Yazıma, İstiklal Marşı Derneği’nin arşivindeki bir yazının bir parçasını alarak başlıyorum. “Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, ‘Medeniyet’ dediğin tek dişi kalmış canavar? sözünden anladığım manayı söylemek içindir. Onun burada ‘Medeniyet’ dediği şey elbette, bu kelimenin lûgatlarda veya sosyoloji kitaplarında yazılı olan umumî mânasına değil… On sekizinci Asrın ikinci yarısında, hele on dokuzuncu yüzyıldaki Garb medeniyetinin müesseseleridir. Herkes bilir ki, bu devirde Garb medeniyeti
Yazıma, İstiklal Marşı Derneği’nin arşivindeki bir yazının bir parçasını alarak başlıyorum.
“Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
‘Medeniyet’ dediğin tek dişi kalmış canavar?
sözünden anladığım manayı söylemek içindir. Onun burada ‘Medeniyet’ dediği şey elbette, bu kelimenin lûgatlarda veya sosyoloji kitaplarında yazılı olan umumî mânasına değil… On sekizinci Asrın ikinci yarısında, hele on dokuzuncu yüzyıldaki Garb medeniyetinin müesseseleridir. Herkes bilir ki, bu devirde Garb medeniyeti dediğimiz şeyin en büyük vasfı sömürgecilik, yani çok çabuk ilerleyen sanayie iptidai madde bulmak, mahsulleri için pazarlar elde etmek üzere geri denilen memleketleri kendilerine tâbi kılmaktır. Akif, ‘tek dişi kalmış canavar’ demekle medeniyetin bu vasfını kast etmiyor mu? Hem, rica ederim, arkadaşlarınız içinde İngilizce, Fransızca, Almanca bilenler var. Aynı sözü, başka, hattâ bazan daha ağır söyleyen Fransız, İngiliz ve Amerikan, Alman fikir adamları yok mu: Sömürgeci devletler vatandaşı oldukları halde?...”
Mehmet Emin Erişirgil, Mehmet Akif İslamcı Bir Şairin Romanı,
Güzel İstanbul Matbaası, Ankara, 1956, s. 434-444.
Önce çok yaygın bir yanlış okunan kelimenin yukarıdaki mısrada doğru okunmuş olmasına dikkat çekmeliyim;
“Ulusum korkma…” değil, “Ulusun korkma…”
Millet niçin ulu?
Âkif’in o gün hitab ettiği toplum, Osmanlı bakıyesi, dişi ve tırnağı ile vatanını korumuş, kusurları olsa da değerlerine bağlı, yozlaşmamış, Batı taklitçiliği yüzünden levantenleşmemiş, yoksul fakat onurlu bir insan topluluğu. Bu topluluk (millet) bir kısmını saydığım erdemlerine ek ve onlara da hakim olarak imanlı, Müslüman; hayatı, aklı, medeniyeti imandan ve İslam’dan besleniyor.
Batı uygarlığı ise akla ve bilime dayanıyor. Çoğu sözde Hristiyan olan Batı’da din bir aksesuar, ferdi ve toplumu yönlendirme ciheti ya yok veya çok zayıf. Dindar olanlarının da kitabı bozuk.
İş akla ve bilime kalınca bu iki değer, insanların doymak bilmeyen arzularını azamî tatmin için birer araç haline geliyor; yani insan ve uygarlığı canavarlaşıyor.
İşte Âkif merhum bu durumu da şu mısralarla tasvir ediyor:
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdân’ın...
Ne irfânın kalır te’sîri kat’iyyen, ne vicdânın.
Hayat artık behîmîdir ... Hayır ondan da alçaktır;
Ya hayvan bağlıdır fıtratla, insan hürr-i mutlaktır .
Behâim çıkmaz amma hilkatin sâbit hudûdundan,
Beşer hâlâ habersiz böyle bir kaydın vücûdundan!
Okumuşları bu şiiri doğru okuyup anladıkları zaman bu millet, İstiklal Marşına muhatap olan “millet” olacaktır.
“Allah korkusu”: O yüce, seven, koruyan, rahmeti âlemleri kaplayan… Allah’a nankör olma ve saygısızlık etme korkusudur, imandan kaynaklanır. Allah’a imandan kaynaklanan fazilet (erdem) hissi medeniyetin ruhudur ve İslam medeniyeti imanlı akıl, vicdan ve bilim medeniyetidir.
Batı uygarlığı canavardır, tek dişi kalmıştır, onu da doymaz saldırıları ve sömürgeciliği yüzünden düşürecektir.
Yazıyı Aliya’dan iktibas ile bitirelim:
“Bunu hiç unutma evlat!
Batı hiçbir zaman medenî olmamıştır ve bugünkü refahı; devam edegelen sömürgeciliği, döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur…”