İstanbul fiziken ve ruhen çökmeden önce

04:0024/10/2017, Salı
G: 18/09/2019, Çarşamba
Hasan Öztürk

Ufaktan dillendiriliyor ama bir devlet politikası haline dönüşmüyor. Bakıyorsunuz neredeyse herkes şikayetçi ama bir türlü önlenmesi için gerekli çalışma yapılmıyor.Konumuz yine İstanbul ve elbette şehir kültürü.Önce şunları bir kez daha hatırlayalım. İstanbul’u hep birlikte tükettik. Taşı toprağı altın olan şehrin ne taşını ne toprağını bıraktık. Yetinmedik, etrafında ne varsa İstanbul’a dahil edip, oraları da tükettik. Şimdikarşımızda ucube binalarla dolmuş semtler… Şişe ağızına dönüşmüş kavşaklar…

Ufaktan dillendiriliyor ama bir devlet politikası haline dönüşmüyor. Bakıyorsunuz neredeyse herkes şikayetçi ama bir türlü önlenmesi için gerekli çalışma yapılmıyor.

Konumuz yine İstanbul ve elbette şehir kültürü.


Önce şunları bir kez daha hatırlayalım. İstanbul’u hep birlikte tükettik. Taşı toprağı altın olan şehrin ne taşını ne toprağını bıraktık. Yetinmedik, etrafında ne varsa İstanbul’a dahil edip, oraları da tükettik. Şimdi
karşımızda ucube binalarla dolmuş semtler… Şişe ağızına dönüşmüş kavşaklar… Ve en nihayetinde çekilmez trafik, insan tabiatına aykırı yaşam alanları ve gerim gerim gerilmiş İstanbullular var!
En son Cumhurbaşkanımız Erdoğan da söyledi:
Hep birlikte bu şehre ihanet ettik!

Zaten fiziki olarak çok sıkıntılı bir coğrafyada İstanbul. Kuzeyinde ve güneyinde deniz var. Tam ortasından geçen Boğaz ile de ikiye ayrılıyor. Hal böyleyken, İstanbul’a gelmek özendiriliyor. İstanbul’da mülk sahibi olmak özendiriliyor. İstanbul’da yaşamak özendiriliyor.

Böylece fiziki olarak kapasitesinin çok üzerinde bir nüfusu bünyesinde barındırıyor. Yeni yeni semtler kuruluyor. Bugün Esenyurt diye bir yer var mesela İstanbul’da ve orada öyle abuk bir yerleşim var ki hak getire.

Yine Bahçeşehir diye İstanbul’un sayfiyesi sayılabilecek bir semti artık “bahçe” vasfını çoktan yitirmiş durumda. Beylikdüzü’nü, Büyükçekmece’yi, Ümraniye’yi filan hiç saymayayım.

Hele bir de sahil bandına dikilen ucubeler yok mu? “Yalı satıyoruz” diye başlıyorlar. “Lebiderya” diye pazarlıyorlar. Ama ne yolu var, ne insan tabiatına uygun iklimi. Bir de elbette İstanbullunun hakkına girmeleri.

Sadece Anadolu’dan İstanbul’a göçü özendirmiyorlar. Dünyanın her tarafından İstanbul’a akın var. Suriyeliler meselesiyse sosyolojimizi dönüştürecek boyutta. Bazı semtlerde “Türkçe tabelalar” çoktan tarih oldu!

***

Tüm bunlarla birlikte bir şey daha oluyor!

İstanbul’a gelenler fiziki olarak vahşileşen şehirde -belki de ayakta kalmak bahanesiyle- vahşileşiyor!
Ne demek istediğimi biraz açayım.
“Aslan yattığı yerden belli olur”
der atalarımız.
“Temizlik imandandır”
diye de dini öğretimiz vardır. Hal böyleyken, sokaklara izmarit atmayı, kola, bira, cips kutularını atmayı maharet bilenlerle doldu etraf.

Birbirine saygı duyan medeni bir toplum özlemimiz var. İstanbul da medeniyetin beşiği değil miydi? İyi de ne oldu da trafikte birbirini sıkıştıranlar, altlarındaki lüks araçlarla emniyet şeritlerini işgal edenler, yaya kaldırımında birbirine omuz atanlar, yaya kaldırımlarını otoparka çevirenler bu şehrin asli unsuru oluyor.

***

İstanbul’u fiziken tükettik. İstanbul’un altını üstüne getirdik. İstanbul’un ne sur içi kaldı, ne sur dışı! Bununla birlikte İstanbul’un yerleşik kültürünü de tükettik. Ne İstanbul beyefendileri kaldı etrafımızda ne İstanbul’a özenenler!

Geriye izmaritlerini yere basan, pet şişeleri etrafa saçan… Bir öfke ve hırsla önündekinin, yanındakinin omzuna basarak öne geçmeye çalışanlar kaldı. İstanbulluluğu şimdilerde bu profil temsil ediyor. Ne yazık!

Bir beyaz yakalı çalışan bir belgeselde şöyle diyor:
“İstanbul’da metrobüse binmek için yaptığım gayri insani hareketleri düşündükçe ‘bu ben miyim’ diyorum. Kendimden ödün vermesem, o metrobüse binemem. Ödün verince de yozlaşıyorum. Bu bir gerçek.”

Buna benzer onlarca örnek var. Metrobüs kapısında itilen genç kızlar, metronun kapısı açıldığında arkadan hamle yapıp herkesin önüne geçen magandalar.

Geçenlerde Edirnekapı’daki lambalarda kırmızı ışıkta aracımla bekliyordum. Önümdeki aracın sürücüsü bir kadındı.
Lamba yeşile dönünce önünde hiçbir araç olmamasına rağmen kadın sürücü kornaya bastı!
Bu örnek bile, İstanbul’un heyulasında insanın nasıl dönüştüğü ya da nasıl bir ruh haliyle
“rekabet ettiğini”
gösterir türden.

***

Her vesile ile kurulan cümleyi hatırlıyorum. “Eğitim şart!”

Bir yerde şöyle bir cümle okudum:
“İlkokul müfredatını değiştirelim. İlk 3 yıl sadece çarpım tablosu ve alfabeyi öğretelim. Ve 3 yıl boyunca çocuklara vatandaşlık bilgisi eğitimi verelim.”

Bu çok uç bir örnek olabilir ama geldiğimiz nokta şudur:

İstanbul artık fiziki sınırlarını zorlamaktadır ve fakat hala bu şehir özendirilmektedir. Yine İstanbul’daki yaşam şartları o kadar vahşileşmiştir ki insanlar
“öne geçmek”
için sağındakinin solundakini omzuna basmaktan, hak gaspı yapmaktan, geri durmamaktır.
Çevreyi kirletmek, sokakları kirletmek, kaldırımları işgal etmek vakayı adiyeden sayılmaktadır.

Vakit kaybetmeden bir çözüm yolu bulunmalı. Yoksa bu şehir fiziken de kültürel olarak da çökecek.

Bir acil eylem önerisi:
Meclis’ten ivedilikle hak gasplarının önüne geçmek için ağır bedeller içeren caydırıcı cezalarla ilgili düzenleme yapılmalı.

İkincisi, yeni binaların bodrum katlarını belediyelere ödedikleri “yol işgaliyesi” cezaları ile meskene dönüştüren müteahhitlere ağır cezalar uygulanmalı. Belediyelerin üç beş kuruşa tenezzül etmesinin önüne geçilmeli. Mutlaka yatay mimari özendirilmeli.

İlkokul müfredatında hızlı bir değişiklikle çevre bilinci, insan hakları ihlalleri, şehirde yaşama kültürü ve beşeri ilişkiler üzerine çocuklarımıza iyi bir eğitim verilmeli.
Çok geç bile kalmış olabiliriz. Ama ne yapayım söylemeden edemiyor insan!
#İstanbul
#Kent
#Şehirleşme
#Otopark