Pazartesi günüHürriyetgazetesinin manşetindePutin’in Başdanışmanı Peskovvardı. Peskov Türkiye’nin mülteci yüküne ilişkin görüşlerini söylerken şöyle bir cümle kurdu,“İstanbul’un Arapça konuşan bir şehir haline geldiğini gördüm.”Bu cümlenin ne anlama geldiğini bilenlerdenim. Ve Türkiye’nin hangi yükün altına girdiğini takip edenlerdenim. Bir şekliyle de bunu dert edinenlerdenim. Bu derdimin başıma çorap ördüğünün de farkındayım.NAZİK BİR MESELEDE MERAMIMIZI ANLATABİLMEKMülteci sorunu ya da daha açık
Pazartesi günü
gazetesinin manşetinde
Putin’in Başdanışmanı Peskov
vardı. Peskov Türkiye’nin mülteci yüküne ilişkin görüşlerini söylerken şöyle bir cümle kurdu,
“İstanbul’un Arapça konuşan bir şehir haline geldiğini gördüm.”
Bu cümlenin ne anlama geldiğini bilenlerdenim. Ve Türkiye’nin hangi yükün altına girdiğini takip edenlerdenim. Bir şekliyle de bunu dert edinenlerdenim. Bu derdimin başıma çorap ördüğünün de farkındayım.
NAZİK BİR MESELEDE MERAMIMIZI ANLATABİLMEK
Mülteci sorunu ya da daha açık ifadeyle Suriyeliler meselesi, ne siyasetin ne de başka bir çevrenin istismarından ayrı tutulamaz biliyorum. “Nazik” bir meselede kafa yormanın zorluğunun da farkındayım.
İstanbul’da belediye başkan adaylarının yaptırdığı anketlerde bu meselenin halkın birincil sorunları arasında yer aldığını biliyorum. Yine aynı halkın “sabır” göstermemiz gerektiği konusundaki alicenaplığının da farkındayız.
Bütün bunlara rağmen, bu sorunu yok saymak kadar, “gölgelerle” mücadele etmenin de yanlışlığına işaret etmeye çalışıyorum.
“Suriyeliler meselesi diye bir meselemiz yok demek”
ne kadar gerçek dışıysa,
onların varlığını inkar da o derece gerçek dışıdır. Yani ikisi de meseleyi halının altına süpürmektir.
Bu yüzden, anlaşılabilmenin yollarını ararken karşılaştığım bir hususu bir kez daha söyleyip mevzuyu kapatalım.
‘GÖÇMENLERİN ENTEGRASYONUNU DESTEKLEMEYİ TAAHHÜT EDEN’ AB OLUNCA…
İstanbul’da düzenlenen ve “
”ün konuşulduğu
Budapeşte Süreci 6’ncı Bakanlar Konferansı
’nda “
” ilişkin İstanbul Taahhütnamesi kabul edildi. Taahhütnameye
Macaristan, “Göçmenlik bir insanlık hakkı değildir”
diyerek şerh koydu. Türkiye dahil diğer katılımcılarsa kabul etti.
Taahhütnamenin maddeleri arasında dikkatimi çeken şöyle bir madde var.
“Göçmenlerin entegrasyonunun desteklemek ve ayrımcılık, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele etmek.”
Macaristan’ın dışındaki Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin temsilcileri “
” davranıp, yukarıdaki maddenin de içinde olduğu belgeye imza attı. Belge zaten “
” ifadelerle dolu.
AB Komisyonu’nun Göç, İçişleri ve Vatandaşlıktan Sorumlu Komiseri
ise, Türkiye’ye övgüler düzerek, “Mülteci kriziyle ilgili birlikte ulaşmış olduğumuz önemli sonuçların üzerine yenilerini inşa edebiliriz. Bunlardan birincisi, 2016’da imzalamış olduğumuz AB-Türkiye Deklerasyonu’dur. 2015’te günde 14 binden fazla kişinin Ege Denizi üzerinden AB’ye geçtiği günleri hatırlıyorum. İdare edilemez bir durumdu. Bu iş birliğinin esas niteliği (…) yaklaşık 4 milyon mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’nin cömert ev sahipliğinde yatıyor” diye konuştu.
AB’Yİ MÜLTECİLERDEN KORUMAK
Suriyeliler meselesinin ya da yeni bir göç dalgasının İdlip’teki gerginlik sonrasında yeniden gündemimize girdiğini hatırlatmama bilmem gerek var mı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan Eylül 2018’de Rusya ile imzalanan İdlip Mutabakatı öncesinde, “
Yeni bir göç dalgasını kaldıramayız
” demişti.
Erdoğan “güvenli bölge” tartışmalarının yaşandığı bugünlerde,
“Türkiye olarak topraklarımızda yaşayan milyonlarca Suriyeliyi şayet kendi evlerine döndüremezsek, sorun eninde sonunda Avrupa kapılarına dayanacaktır”
dedi
15 Şubat Cuma günü de Yeni Şafak
’ın sürmanşetinde çok önemli bir haber vardı.
“
” başlığıyla yayınlanan haberin spotunda, “Türkiye ile 2016’da imzalandığı ‘mülteci Mutabakatı’na uymayan AB; Suriye’deki ‘güvenli bölge’ tezine de karşı çıkıyor. Ankara bu nedenle Avrupa’ya gitmek isteyen mültecilerin önündeki bariyerleri kaldırmayı ve kapıları açmayı tartışıyor. Böylece AB mülteci gerçeğini hissederken denizdeki riskler azalacak” deniyor.
Hepimiz biliyoruz ki Türkiye’deki Suriyelilerin bir kısmı fırsatını bulduğu anda AB ülkelerine gidecek. Bir kısmıysa Suriye durulduğunda memleketlerine dönecek. Ancak önemli bir kısmıysa Türkiye’de kalacak.
Türkiye’de kalacaklar için ne AB’nin aklına ne de bir başkasının aklına ihtiyacımız var. Sadece meseleyi anlamamıza ihtiyacımız var. Gettolaşan Suriyeliler bir sorun olarak karşımıza çıkmadan önce entegrasyon için sosyal politikalar geliştirmeliyiz.
“
” demeden önce bir daha düşünün.
Söylemek istediğim bu kez daha net anlaşıldı mı acaba?