Herkes kendi meşrebince
“15 Temmuz gecesi ne olup bittiğini”
yazıp çiziyor.
“O gece darbeden kimin haberi vardı? Kim kime haber verdi? Kimler uyudu, kimler darbeyi kimlerden öğrendi”
gibi sorular uzayıp gidiyor.
15 Temmuz ile ilgili konuşan, yazan, yorum yapanların birçoğu da
, eline tutuşturulan, bilgi kırıntılarıyla
yi aktarmaya çalışıyor!
Buraya kadar sorun yok..!
Ama o bilgi kırıntılarını kimlerin kulaklara üflediği ve kimlerin eline tutuşturduğuyla ilgili kuşku ve eleştirilerim var.
Derin bir mevzu ama şimdilik dursun.
Ben sadece şunu sorayım yetsin:
“Darbeyi bastırmak an meselesi” dendikten sonra Külliye’nin önünde ve 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nde kaç insanımız şehit düştü?
15 Temmuz’da birkaç darbe teşebbüsünün birden yaşandığına inananlardanım.
Bu inancımı destekleyecek de epeyce malzeme var sanırım.
Yarın Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısı var. Yani Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) kim terfi edecek, kim emekli olacak, kimler meslekten uzaklaştırılacak bu toplantıda belli olacak.
YAŞ’ta ilkler yaşanacak. İlk kez sivil üye sayısı askerlerden çok mesela.
Peki, YAŞ toplantısına az bir süre kala Genelkurmay Başkanı ve komutanların Millet Camii’nde sabah namazına gitmesini nasıl okumalıyız?
Açıkçası o görüntüleri görünce “ne oluyor” demekten kendimi alamadım.
“Artık dindar paşalarımız var” demek işin kolayına kaçmak mıdır bilemedim?
Adam sarığı sarmış, eline bir de tahra almış, altında şalvarı, üstünde beyaz mintanı çıkmış Mustafa Kemal’in heykeline saldırıyor. Bir de bağırıyor,
“Dinimizde putperestlik yok!”
28 Şubat dönemindeki
görüntülerine,
sapıklığına ne çok benziyor öyle değil mi?
Ahmet Kaya’nın türküsündeki gibi,
“Nerden baksan tutarsızlık. Nerden baksan ahmakça!”
eğer kafayı putperestliğe takmışsa şayet,
işe önce soyadıyla mukim dünyanın en büyük putuna isyan etmekle başlamalıydı öyle değil mi?
Biz, “Malbora” dendi mi Amerikan hegemonyasını ve günümüzün en büyük putu Amerikan dolarını hatırlarız!
O halde,
’de azıcık izan olsaydı
elindeki tahrayı önce soyadına vururdu!
Yapılanın apaçık bir provokasyon olduğundan şüpheniz mi var? O halde “Maçka Parkı’ndaki “görevli” güvenlikçinin yaptıklarına da bir bakın” sonra konuşalım. Ne dersiniz?
Yalan yok,
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nu severim.
Taa İSKİ’den bu yana bizi susuz bırakmamak için yaptıklarını…
Türkiye’nin ormanlarına ve akarsularına olan düşkünlüğünü…
Ve elbet İstanbul’a olan sevdasını da...
Bakan Eroğlu, biraz da haddini aşan bir açıklamaya cevap vermiş.
“İstanbullular Ağustos ayının başında şehri terk etsinlermiş. Yok öyle bir şey kardeşim. Felaket tellallığı yapmanın manası yok. İstanbul’da geçmişte çok daha yüksek değerleri de gördük”
demiş. Buraya kadar tamam.
İstanbul da eski İstanbul değil öyle değil mi?
Eski İstanbul’da Boğaz donmuş, insanlar üzerinde yürümüştü de şehirdekiler yine de normal hayatını sürdürebilmişti mesela.
Ama artık bu şehir eski şehir değil…
İstanbul artık mega kent ölçeğini bile zorlayan koskoca bir “şehir azmanı!”
İstanbul’un sadece silueti değişmedi. Aynı zamanda hava akış koridorları da değişti
. Devasa gökdelenler nedeniyle Boğaz’ın o serin havası içerilere kadar ulaşmıyor artık.
İyotlu serin hava denize paralel yapılan yüksek binalar nedeniyle bizlere kadar ulaşmıyor artık.
Çünkü, İstanbul artık eski İstanbul değil. Ne şehir silueti eskisi gibi, ne insan dokusu ne de iklimi!
O yüzden sevgili bakanım, “Eskiden de sıcak oluyordu” diyorsunuz ama, şunu unutuyor olamazsınız, İstanbul eski İstanbul değil ki artık.
Kudüs’ü işgal eden ve Haremi Şerif’e her gün taciz ve tecavüzde bulunan İsrailliler kutsal kitapları Tevrat’ın öğretilerini de her gün çiğniyor. Prof. Dr. Ömer Faruk Harman hoca, İsrailoğullarının “Vaat edilmiş topraklarda kalma şartını” Allah’ın (cc) Tevrat’ta şu şartlara bağladığını söylüyor:
“Yollarınızı ve işlerinizi ıslah edin, sizi bu yerde oturturum. (…) bir adamla komşusu arasında tam adalet ederseniz, garibi, öksüzü ve dul kadını mağdur etmezseniz, bu yerde suçsuz kanı dökmezseniz, kendi ziyanınıza olarak başka ilahların ardınca yürümezseniz o zaman bu yerde, ezelden ebede kadar atalarınıza vermiş olduğum diyarda sizi oturturum."