1071’den 1922’ye… Sabır, savaş, zafer

04:0030/08/2019, Cuma
G: 30/08/2019, Cuma
Hasan Öztürk

Tarih yürüyüşünü 1919’dan başlatanlar var çok ilginç.Sanki binlerce yıllık Türk tarihi...1000 yıllık Anadolu tarihi...1200 yıllık Müslüman Türk tarihi yokmuş gibi.Ve sanki köksüz, yeni yetme, cılız 100 yıllık tarihi olan Türkiye Cumhuriyeti’nin yegane sahibi gibi bakıyorlar meseleye.Kendilerini köksüz, tarihsiz, görebilirler.Lakin gerçek bu değil!Gerçek şu:30 Ağustos 1922’deki büyük zaferin ilk emri 26 Ağustos 1922’de verildi. Çünkü o emri o gün veren Gazi Mustafa Kemal, ceddinin izinden yürüdüğünün

Tarih yürüyüşünü 1919’dan başlatanlar var çok ilginç.

Sanki binlerce yıllık Türk tarihi...

1000 yıllık Anadolu tarihi...

1200 yıllık Müslüman Türk tarihi yokmuş gibi.

Ve sanki köksüz, yeni yetme, cılız 100 yıllık tarihi olan Türkiye Cumhuriyeti’nin yegane sahibi gibi bakıyorlar meseleye.

Kendilerini köksüz, tarihsiz, görebilirler.

Lakin gerçek bu değil!



Gerçek şu:
30 Ağustos 1922’deki büyük zaferin ilk emri 26 Ağustos 1922’de verildi. Çünkü o emri o gün veren Gazi Mustafa Kemal, ceddinin izinden yürüdüğünün farkındaydı. Alparslan’ın mirasçısı olduğunun farkındaydı.
851 yıl önce 26 Ağustos 1071 günü Anadolu kapısını bize ardına kadar açan Sultan Alparslan’ın Malazgirt ovasında ordusuna verdiği emir ile 851 yıl sonra Anadolu’yu düşman işgalinden kurtarmak için Mustafa Kemal’in verdiği emir aynıdır.
26 Ağustos 1071 de...

30 Ağustos 1922 de...Bir milletin tarih yürüyüşünde birbirinden ayrılmayacak mihenk taşlarındandır.

İkisi de büyük bir zaferdir.

Ağustos ayı sabır, savaş, zafer ayıdır.

Bu vesileyle 30 Ağustos Zafer Bayramınızı tebrik ediyorum.

Kurun efendiler
kurun ama kime payanda olduğunuzu da bilin efendiler bilin
11 Aralık 2018’de kimselerin gündeme getirmediği bir dönemde bu köşede,
“İki parti kurmak için pusuda bekliyorlar”
diye yazmıştık.
O günlerde Ankara kulislerini iyi takip eden gazeteci dostlarımız bile
“Ak Parti içindeki bazı küskünlerin bir parti kuracağı”
yönündeki yorumlarına ısrar ediyorlardı. Ve hiçbiri iki partiden söz etmiyordu.
Israrla
“2 parti”
diye yazmayı sürdürdüğümüzdeyse o partilerin oluşumunda aktif olarak çalışanlar tarafından hedefe konduk. İtibar suikastına uğradık.

Bunların önemi yok. Hatta, “Nereden çıkarıyorsun? Siyaset defterini kapattık” diyenlerin nasıl da harıl harıl çalıştığını da biliyorduk ya neyse.

Sözümüzün, haberimizin arkasında durduk. Neticede 31 Mart yerel seçimlerden sonra
“Bir değil iki parti”
nin yolda olduğunu cümle alem gördü.
GÜL’ÜN YENİ ‘KARAMOLLAOĞLU’SU BABACAN

11’nci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 24 Haziran 2018’deki Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde öne sürdüğü Saadet Partisi Genel Başkanı Karamollaoğlu’nun bir başka versiyonunu sahaya sürdü. Bu kez Ali Babacan’ı sahaya sürdü. Babacan kendini merkezde konumlandıran bir parti için kolları sıvadı, yarın bir gün Gül’e anahtar teslim vermek için.

Babacan’ın öne atılmasıyla birlikte “
Seçilmiş son başbakan
” unvanını kendisine uygun gören Sayın
Ahmet Davutoğlu bir manifesto ile “Ben buradayım”
dedi. (Keşke sadece ‘Hoca’ sıfatını kullanıyor olsaydı. Saygıyı çok daha fazla hak ederdi. HÖ)

Ne var ki Davutoğlu ile Babacan’ın bir çatı altında olamayacakları geçmiş müktesebatlarından belliydi. Yollar tamamen ayrıldı.

Davutoğlu’nun bugünlerdeki bazen duygusal, bazen öfkeli çıkışlarının altındaki nedenlerden biri de bu derin ayrılık olsa gerek. Çünkü, bir kenara atılmışlık hissiyle konuşuyor.

Davutoğlu bir yandan, Babacan diğer yandan parti kurmak için çalışıyor. Çalışsınlar. Herkesin parti kurmaya, seçime girmeye, oy istemeye, hizmet etmeye hakkı var.
Ne var ki
, İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in, “Millet İttifakı’nın müstakbel yeni üyeleri” olarak bu iki ismi anması işin bambaşka boyuta evrildiğini gösteriyor.
Hizmet etmekten çok, hizmet edeni alaşağı etmek üzerine kurulu bir siyasal oyunun içindeler!

Her iki ismin “vefa” konusundaki tutumuysa evlere şenlik.

Sorgulamaları, eleştirilmeleri mukadder.

Çünkü, biri sorumlu olduğu alanda fakir fukaranın alın terini uluslararası lobilere peşkeş çektiğini unutmuş görünüyor.

Diğeri 7 Haziran 1 Kasım sürecinde tüm riskleriyle birlikte inisiyatifi ele alan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yedeğinde seçimi tamamladığını unutup, “Seçilmiş son başbakan” unvanını kullanmayı tercih ediyor.

Her iki isim de neden görevden alındıklarını iyi biliyor.

Sadece uluslararası finans ve sermaye gruplarını mutlu etmek üzerine geliştirilen ekonomi politikalarının mimarı ile, “ulusal güvenlik” sorununun mimarı bugün bize “umut” olarak sunuluyor.

Sınıfta kaldılar. Çünkü biz onların samimiyetinden şüphe etmiyorduk ve bizim o saf duygularımızı bile istismar ettiler.

O isimlere Sayın Gül’ü de ilave etmek gerekiyor. Dahası bu iki oluşum için çabalayan “Ak Parti’nin eski ağır toplarını” da…

Sayın Gül’ün garantici tutumu ve 24 Haziran seçimleri öncesi, “
Geniş mutabakat olmadığı için cumhurbaşkanlığı adaylığım da söz konusu değil”
diyerek çekip gitmesini de hatırlayınca, insan irkiliyor.
Ama,
olası bir seçimde Erdoğan’ı devirmeyi kafalarına koyanlar, bu iki partiyi şimdiden müstakbel ortak olarak görüyor.

Ali Babacan ile Ahmet Davutoğlu’nun iktidar olup, hizmet etmek yerine iktidardakini alaşağı etmek istemelerini elbette millet görüyor. Sayın Gül’ü ise 24 Haziran’da görmüştük zaten.

Yanılıyor muyum yoksa?

#Anadolu
#Tarih
#Malazgirt Zaferi
#Abdullah Gül
#Ali Babacan