Sultan Vahdeddin"in ABD Başkanı"na mektubu

00:0014/11/2011, Pazartesi
G: 5/09/2019, Perşembe
Hakan Albayrak

Sultan Vahdeddin''in yeğeni Ferthi Sami Efendi anlatmıştı bir mülakatta: Bir gün babasıyla beraber Paris''te bir kafeteryada oturuyorlarmış. İçeriye Türkiye Cumhuriyeti''nin ilk Paris sefiri girmiş. Fethi Sami Efendi''nin babası onu görünce hiddetle ayağa fırlayıp “Sultan Vahdeddin''e nasıl hain dersiniz? O hain miydi?” diye bağırmış. Sefir, “Haşa! Elbette hain değildi“ demiş.. ve eklemiş: “Ama Vahdeddin''e hain demezsek cumhuriyet payidar olmaz.”Milliyet yazarı Yalçın Doğan''ın Mustafa Kemal''in

Sultan Vahdeddin''in yeğeni Ferthi Sami Efendi anlatmıştı bir mülakatta: Bir gün babasıyla beraber Paris''te bir kafeteryada oturuyorlarmış. İçeriye Türkiye Cumhuriyeti''nin ilk Paris sefiri girmiş. Fethi Sami Efendi''nin babası onu görünce hiddetle ayağa fırlayıp “Sultan Vahdeddin''e nasıl hain dersiniz? O hain miydi?” diye bağırmış. Sefir, “Haşa! Elbette hain değildi“ demiş.. ve eklemiş: “Ama Vahdeddin''e hain demezsek cumhuriyet payidar olmaz.”

Milliyet yazarı Yalçın Doğan''ın Mustafa Kemal''in ölüm yıldönümü münasebetiyle yazdığı yazıyı “Vahdettin''in ihanet belgesi”ne ayırdığını görünce Fethi Sami Efendi''nin o hatırasını hatırladım.

* * *

Sultan Vahdeddin, 1924 yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı''na yazdığı mektupta demiş ki:

“...Siyasi olayların ve gelişmelerin bütün iç yüzünü, hangi nedenlerden dolayı Saltanat merkezimi geçici süre terk etmek zorunda kaldığımı biliyorsunuz. Bu süresiz uzaklaşmanın babadan kalma sahip olduğum Saltanat ve Hilafet makamından vazgeçtiğim anlamına gelmeyeceği açıktır. Ankara Meclisi gibi isyancı bir fitnenin alacağı tüm kararların geçersiz olduğunu bildiririm. İslam Hilafetinin Osmanlı Saltanatı''ndan ayrılması, Hilafetin tümüyle kaldırılması dini, kavmiyeti, vatanı belirsiz ve karışık askerlerden ve öteki sınıflardan oluşan küçük bir şer zümresinin kısmen zorla ve kısmen bilgisizlik ve gafletle yönlendirdiği beş, altı milyonluk Türk kavminin yetki alanı içinde değildir. Bu ancak tüm İslam dünyasınca atanan uzman kişilerden oluşan bir meclisin toplanması ve tüm din bilginlerinin ortak kararıyla çözülecek evrensel bir sorundur. Şeriata aykırı kararlar hangi makamdan olursa olsun, sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Hanedanımın ileri gelenleri aleyhinde Ankara Meclisi tarafından kabul edilen sürgün ve kovma, emlakine ve bireysel mallarına el koyma gibi haksız kararları hanedanımın bireylerini insan haklarından soyutlar niteliktedir. Bu konuda yüce kişiliğiniz ve Cumhuriyet Hükümetiniz tarafından olanaklar ölçüsünde yapılabilecek yardımları pek değerli sayacağı açıklamaya gerek yoktur.”

Yalçın Doğan bu satırları aktardıktan sonra Sultan Vahdeddin''in “ihanet”ini şöyle açıklıyor:

“Uzun uzun şeriat ve hilafet övgüsü, saltanat aşkı. Yetmiyor padişah Kurtuluş Savaşı sonucu yeni ülkeyi kuranları vatanı, kökeni, dini belli olmayan isyancı kişiler, şer zümresi olarak tanımlıyor. Kurulan devletin ulus egemenliğine dayandığını kabul etmiyor. Babadan kalma saltanatı korumak için başta Amerika, yabancı ülkeleri Türkiye''ye müdahaleye çağırıyor.”

Sultan Vahdeddin sadece “sürgün ve kovma, (hanedan üyelerinin) emlakine ve bireysel mallarına el koyma gibi haksız kararlar”ın telafisi konusunda yardımcı olunmasını istemiş (belki de ABD''deki mal varlıklarını kast etmiş), “Türkiye''yi işgal edin” filan dememiş. ABD''den yardım istemiş olması yine de üzücü tabii. Yalçın Doğan''ın bunu eleştirmesine bir şey demem. ''Cumhuriyetin kurucularını tahkir etti'' demesine de bir şey demem. Ama ihanet başka bir şey. “Kurulan devletin ulus egemenliğine dayandığını kabul etmiyor”du diye Vahdeddin''e hain demek de abestir. Böyle bir siyasi tartışmaya dahî tahammülü olmayan cumhuriyetçiliği kim ne yapsın?

Bütün bunlar bir yana, Sultan Vahdeddin''in o mektubundaki en önemli ifadeler bence hilafetin ilgası kararının kabul edilemezliği hakkındaki ifadelerdir. Yalçın Doğan o ifadelere değinmemeyi tercih etmiş. Hakkı var, zira Sultan Vahdeddin''in ortaya koyduğu argüman taş gibi ağır; cevap vermeye kalksaydı altında ezilebilirdi.

Tekrar okuıyalım:

“Hilafetin tümüyle kaldırılması...beş, altı milyonluk Türk kavminin yetki alanı içinde değildir. Bu ancak tüm İslam dünyasınca atanan uzman kişilerden oluşan bir meclisin toplanması ve tüm din bilginlerinin ortak kararıyla çözülecek evrensel bir sorundur.”

Sahi, “ulusal” bir meclis uluslararası bir müesseseyi nasıl ilga eder?

* * *

Yeri gelmişken, Sultan Vahdeddin aleyhindeki geleneksel tezviratı da hatırlayalım:

“Türkiye''nin parçalanmasını öngören Sevr Anlaşması''nı kabul etti ve Mustafa Kemal Paşa için idam fermanı çıkardı!”

Sevr Anlaşması''nın geçerli olabilmesi için Meclis-i Mebusan''da oylanıp kabul edilmesi ve Padişah tarafından imzalanması gerekiyordu. Oysa Meclis kapalıydı ve Sultan Vahdeddin bunu mazeret göstererek işgalci kuvvetlerin baskılarına rağmen Sevr''i imzalamayı reddetmişti. Resmi tarih bundan hiç bahsetmiyor.

Resmi tarih, Mustafa Kemal hakkındaki “idam fermanı”yla ilgili önemli bir ayrıntıdan da hiç bahsetmiyor: Mezkur fermanda “Mustafa Kemal''in yakalandığı zaman yeniden yargılanmak üzere idam cezasına çarptırıldığı” yazılıydı. Yani idam cezası kat''i değildi. Anlaşılan o ki, işgal kuvvetlerini ''idare etmeye'' matuf bir atraksiyon sözkonusuydu. Hepsi bu.

(Kaynak. Murat Bardakçı''nın “Şahbaba”sı)