Bir sergi salonunda sergilenen her bir özgün tablo gibi her insan da bir diğerine hiç benzemeyen renklere, biçimlere, nakışlara, zenginliklere sahiptir.
Her insan dünya hayatında kendini, kendi insanlığını, kendine özgülüğünü, yani kendi yaradılışını temsil eder. Yaradılışta tekrar yoktur, her yaratılan biriciktir, özgündür, tektir. Dolayısıyla insanın kendiliğini muhafaza etmesi yaratılışını muhafaza etmesi demektir ki, bu yönüyle bir mukaddes görevdir. İnsanların kendileri olmaktan uzaklaşarak aynı potanın içine akmayı ve orada aynılaşmayı seçmeleri, en başta yaradılışın sonsuz çeşitliliğine, muhteşem zenginliğine ihanetleridir. Günümüzün herkesi aynı kalıba dökerek tektipleştirmek ve ticarî olarak pazarına müşteri, zihinsel olarak klişelerine esir kılmak için yürütülen çaba asla masum değildir. Hayat ve insan kendi özgünlükleri ve zenginlikleri içinde bütün tekelleşmelere engeldir. Kırılmak istenen budur. Bu aynılaştırma vakumundan kurtulmak ve bizi bu kültürel cendereden kurtaracak çareleri aramak her birimiz için mukaddes bir görevdir. Çünkü bunu yaparak, kendi yaradılışımıza dönmek, dolayısıyla insanlığımızı yaratıldığımız üzere yaşamak için adımlar atmış olacağız. Yapmazsak, dünyanın her duvarında aynı zevksiz tablonun asılı olduğu manasız bir sergi salonuna dönüştürülmesine rıza göstermiş olacağız. Dünyaya kendi yaradılışının özgün karakterini, farklılığını, renklerini, zenginliğini temsil etmek üzere gelmiş olanlar için, işlenebilecek bundan daha büyük, daha yıkıcı bir suç tasavvur edilebilir mi?
“Bizi birazcık değiştirmezlerse sevemiyorlar. Bizi sevme nedenlerini neredeyse bizi sevdikleri kadar, hatta çoğu zaman bizden fazla seviyorlar. Herkes diğerini sevdiği ölçüde, onu sevme nedenini seviyor, hatta çoğu zaman bu nedeni daha çok seviyorlar” diye yazmış hikayelerinden birinde J. D. Salinger.
Ortaya bir ürün konuyor. Herkes onun peşinden koşuyor. Sonra başka bir ürün konuyor. Herkes şuursuzca bu defa onun peşinden gidiyor. Ürünler piyasaya çıktığı andan itibaren kapışılmaya başlanıyor. Gücü yetmeyenler, ona sahip olma arzularından vazgeçmiyor, ucuzlamasını bekliyor. Zevkler ve renkler yok artık, markalar var. Herkes aynı şeyleri yiyor, içiyor, giyiniyor, kullanıyor. İnsanın nasıl kokması gerektiğine bile markalar karar veriyor. İnsan ürünleri taşıyan bir tüketim robotuna dönüştü. Vitrindeki mankenler, sanki bulundukları yerlerden çıkıp olanca acayipleriyle hayatın her yanına dağılmış gibi...
“Kendi zevkleriyle yaşamak isteyenler sosyal dolaşımın dışında kalmaya mahkûm bu devirde” dedi beyaz saçlı adam, “çünkü her türlü zevk artık fabrikasyon!”
Dikkat edin, hazır kalıp olandan kaçmak için aradığımız özgünlükler bile bir yerlerde tasarlanıyor, kendi özel popülaritesi içinde sinsice şuur altımıza sokuluyor. Özgünlük sandığımız, bizi ekseriyetten ayırdığını, farklılaştırdığını sandığımız şeylerin bile artık bir piyasası, bir trendi, bir fiyatı var.
“İşit avazımı ben de varayım/ Uçup gitme burada konadur bülbül/ Senin hub nefesin kalbim evini/ Vücudum şehrini donadur bülbül/ Konarsan güle kon dikene konma/ Eski düşmanların dost olur sanma/ Açıp da göğsünü hara dayanma/ Rakiplerin kastı canadır bülbül” diyor Aşık Kuloğlu.
Kalabalık dünyanın her yerini işgal etmişken, o kalabalığı içine hiç sokmayan insanlar da var.
“Ne acayip iş!” dedi meczup, “Cümle gömlek içi boş dururken, cümle adem bir tek gömleğe sığmaya çalışıyor!”
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.