Rüzgara yakalanan bir çalı gibi

04:0029/01/2018, Pazartesi
G: 18/09/2019, Çarşamba
Gökhan Özcan

Bir çok yüzümüz var. Çok kısa bir zaman içinde bir yüzden başka bir yüze geçebiliyoruz. Sonradan geçtiğimiz yüzümüz bir önceki yüzümüzden tamamen farklı, adeta onu tekzip eder nitelikte... Bir halimiz, bir başka halimizle çelişiyor. Bütünlüğümüz yok; birbiriyle ilgili ve ilgisiz parçaların bir araya gelmesinden oluşan bir karmaşanın fotoğrafı gibiyiz. Karakterlerimiz kırılgan; bir öyle, bir böyleyiz. Bazen, hem öyle hem böyleyiz. Savruluyoruz; sadece her şeyi önüne katıp götüren fırtınalar ya da

Bir çok yüzümüz var. Çok kısa bir zaman içinde bir yüzden başka bir yüze geçebiliyoruz. Sonradan geçtiğimiz yüzümüz bir önceki yüzümüzden tamamen farklı, adeta onu tekzip eder nitelikte... Bir halimiz, bir başka halimizle çelişiyor. Bütünlüğümüz yok; birbiriyle ilgili ve ilgisiz parçaların bir araya gelmesinden oluşan bir karmaşanın fotoğrafı gibiyiz. Karakterlerimiz kırılgan; bir öyle, bir böyleyiz. Bazen, hem öyle hem böyleyiz. Savruluyoruz; sadece her şeyi önüne katıp götüren fırtınalar ya da kuvvetli rüzgarlar değil, küçük esintiler de oradan oraya savuruyor bizi. Bizi bir yerde sabit tutan, sağlam tutan, ayakta tutan ve kavi kılan bir temelimiz, üstünde güvenle yükselebileceğimiz bir kaidemiz de yok görünüşe göre. Bir çok yüzümüz var ve aslında bu bir yazamaz olmadığını ispat ediyor. Bir çok halimiz var ve bu bir halde istikrarımız olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla belli bir şey değiliz; her şeyi bir arada olmaya çalışan bir parçalanmanın keder verici numuneleriyiz.


Hiçbir yerde kök salacak kadar kalamıyorsan, rüzgara kapılan bir çalı gibi oradan oraya sürükleneceksin, hayat böyle!

“Bir öyle, bir böylesin. Seni tanıyamıyorum” dedi kadın. “Her şey o kadar hızlı oluyor ki artık hiç bir yerde duramıyorum” dedi adam.

Herkesin bir rengi olmalıydı. Herkesin kendine özgü kelimeleri... Herkes kendine özgü bir şekilde gülümsemeliydi. Hüzün herkesin yüzüne farklı yakışmalıydı. Herkes kendine ayrılan yeri doldurmalıydı. Her insan her ırmak gibi kendi yatağında akmalıydı. Hiçbirimiz kendimize özgü değiliz artık, zevksiz bir kolaj gibiyiz.

“Nasıl ki en mutlu ülke az ya da çok ithalat yapması gerekmeyen ülke ise, iç zenginliği kendine yeten ve eğlenmek için dışarıdan az ya da çok bir şeye ihtiyaç duymayan insan da en mutlu insandır. Dışarıdan alınan mal pahalıya mal olur; bağımlılık yapar ve tehlike getirir; bıkkınlığa neden olur ve en sonunda, yerli toprağın ürünlerinin kötü bir ikamesidir” diyor ‘Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar’da Arthur Schopenhauer.

Yüzünüzü bir an başka tarafa çevirdiğinizde bir daha yerinde bulamadığınız bir dünyada yaşıyoruz.

Bir de şunu düşünün; ait olduğu kelimeyi kovalamaktan bitap düşen anlam ne hisseder?

“Eşyalar, insanlar, sevgiler, saygılar, gözyaşları, gülücükler kaçıyor bizden. Yahut biz onlardan uzaklaşıyoruz. Tek başımıza kaldığımız ekran başında sürekli zaplıyoruz. Sürekli zap. Sürekli zap bizi bir süratli arabaya atıyor. Gazlayıp kayboluyoruz. Eşyalardan, hatıralardan, arkadaşlardan, birlikte kotarılan herşeyden uzakta ama yine meyus, yine tatminsiz, yine sıkıntıyla bekliyoruz” diye yazmış sevgili Mustafa Kutlu üstadımız, selam olsun.

Hiçbir şeyde kanaat kılamayan bir hayat, zinciri atmış bir bisiklette dere tepe pedal çevirmeye benziyor.

Bir anda dünyanın dönüşünü durdurmaya gücümüz yetse, ortaya çıkan o dağınık manzara içinde aslında hiç kimsenin kendine ait bir yeri olmadığını göreceğiz.

Bir yandan dünyanın yörüngesinde döndüğü halde, kendi yörüngesini hiçbir zaman kaybetmeyen insanlar da var.

“Dün kimdin, bugün kimsin, yarın kim olacaksın” dedi meczup, “arasan kendini nerede bulacaksın!"

#Mustafa Kutlu