İnsanın tenhası

04:0030/07/2018, Pazartesi
G: 30/07/2018, Pazartesi
Gökhan Özcan

Ne kazanılacaksa kalabalıklardan kazanılacakmış gibi saplantılı bir hal içindeyiz. Bir değerimiz olacaksa, bize bu değeri kalabalıkların biçeceğine inanıyoruz. Sürekli kendimizi başkalarına ispata çalışıyoruz; bizi sevsinler, beğensinler, alkışlasınlar, bize bayılsınlar, hayran olsunlar, bizi çok karizmatik, çok eğlenceli, çok zeki, çok şık, çok zevkli, çok şirin, çok sempatik bulsunlar istiyoruz. Bunun için sürekli dışa dönüğüz, teşhir halindeyiz, kendimizden dünyaya sürekli canlı yayın yapıyoruz.

Ne kazanılacaksa kalabalıklardan kazanılacakmış gibi saplantılı bir hal içindeyiz. Bir değerimiz olacaksa, bize bu değeri kalabalıkların biçeceğine inanıyoruz. Sürekli kendimizi başkalarına ispata çalışıyoruz; bizi sevsinler, beğensinler, alkışlasınlar, bize bayılsınlar, hayran olsunlar, bizi çok karizmatik, çok eğlenceli, çok zeki, çok şık, çok zevkli, çok şirin, çok sempatik bulsunlar istiyoruz. Bunun için sürekli dışa dönüğüz, teşhir halindeyiz, kendimizden dünyaya sürekli canlı yayın yapıyoruz. Herkesin kendi tezgahını kurduğu bir semt pazarı gibi sosyal hayatımız.


Herkesin kendi harikuladeliğini satmaya çalıştığı tıkış tıkış bir vitrin... Aslında fazlasıyla tuhafız; herkesin aynı anda önemli olmaya çalıştığı bir yerde hiç kimsenin önemli olma şansı bulamayacağını düşünemiyoruz. Herkesin fenomenliğe oynadığı bir dünyada hiç kimsenin önemli olamayacağını göremiyoruz. Üstelik, bu şuursuzluk ortamında gerçekten önemli olan, gerçekten önem arzedenlerin de hiç kimse tarafından farkedilemeyeceğini unutuyoruz.

“Bütünüyle kulak verip dinleyen biri kesilmişti şimdi, kendini tümüyle dinlemeye vermiş, tümüyle boşalmış, tümüyle soğurup içine alan biri olmuştu. Dinleme sanatında öğrenilecek her şeyi öğrendiğini hissediyordu. O zamana kadar bütün sesleri sık sık işitmişti, ırmağın çıkardığı bu pek çok sesi; ama sesler bugün bir başka yankılanıyordu. Pek çok sesi birbirinden ayırt edemiyordu artık, neşelileri gözü yaşlılardan, çocuksuları erkeksilerden ayıramıyordu, bir bütünlük oluşturuyordu hepsi, özlemin yakınması ve bilen kişinin gülüşü, öfkenin haykırışı ve ölen kişilerin iniltisi, hepsi birdi şimdi, hepsi içi içe geçmişti, birbirine bağlanmış, binlerce kez birbirine sarılıp dolanmıştı. Ve tümü, bütün sesler, bütün amaçlar, bütün özlemler, bütün çileler, bütün hazlar, bütün iyi, bütün kötü şeyler, tümü birden dünyayı oluşturmaktaydı. Tümü birden yaşamın müziğiydi” diyor ‘Siddhartha’da Hermann Hesse.

Kalabalıkların olmadığı yerde kim olduğumuz, bir insan olarak ne ifade ettiğimizdir önemli olan. Bizi başkalarından ayıracak olan, bizi kendi biricik insanlığımıza taşıyacak olan budur. Başkalarının hayranlığını, ilgisini, takdirini kazanmak için yaptıklarımız değil; kendi insanlığımızı inşa ve ihya etmek için yaptıklarımızdır bizi bize kazandıracak olan. Pazarda kaç okka çektiğimizle değil, asıl insanlık terazisinde sıkletimizin ne olduğuyla ortaya çıkar aslî değerimiz.

“Kalabalıkların içinde ne kadar azalıyorum” diye mırıldandı kendi kendine, “oysa tenhada ne kadar çoğalıyorum!”

“Bir pencere yeter bana bir tek pencere/ Bilince ve bakışa ve suskunluğa/ İşte öylesine boy atmış ki ceviz fidanı/ Anlatabilir artık genç yapraklarına tüm bir duvarı” diye bir ‘Pencere’ açmış Füruğ Ferruhzad, derin duygularından, inanç ve umudundan, berrak şiirinden.

Tenhada kendi sesini işitir insan. İçinin sesini... İçindeki hayatın sesini... Suskunluğunun sesini... Kelimelerinin sesini... Sorularının sesini... Sesini gürültülerle bastırdığı şeylerin sesini... Ötelenmiş, itelenmiş hayallerinin, kırılmış umutlarının sesini... Küllenen duygularının sesini... Tenhada kendi sesini işitir insan. Kendi insanlığının sesini...

Gönlünü dünyanın kargaşasına bırakmayan, fikrini her daim serin tenhalıklarda tutan insanlar da var.

“Sen bu koca kalabalığın içinde” dedi meczup, “bakınca kendini görebiliyor musun?”

#Hermann Hesse