Fersiz gözler, yersiz bakışlar

04:008/04/2019, Pazartesi
G: 8/04/2019, Pazartesi
Gökhan Özcan

“Sürekli herkesin baktığı yere bakmaktan zihni tutulanlar” dedi beyaz saçlı adam, “nasıl oluyorsa her baktığı yerde herkesten farklı bir şey gördüğüne inanıyor.”Gösterdikleri yere bakıyoruz. Oraya kilitlenip kalıyoruz, başka bir yere bakamıyoruz. Başka bir şey düşünemiyoruz. Başka bir şey merak edemiyoruz. Oraya bakan kişiden başka biri olamıyoruz. Oraya bakan milyonlarca bakıştan başka bir bakışa sahip olamıyoruz. Oraya saplanıp kalıyoruz. Sonra zaman doluyor, başka bir şey gösteriyorlar, oraya

“Sürekli herkesin baktığı yere bakmaktan zihni tutulanlar” dedi beyaz saçlı adam, “nasıl oluyorsa her baktığı yerde herkesten farklı bir şey gördüğüne inanıyor.”



Gösterdikleri yere bakıyoruz. Oraya kilitlenip kalıyoruz, başka bir yere bakamıyoruz. Başka bir şey düşünemiyoruz. Başka bir şey merak edemiyoruz. Oraya bakan kişiden başka biri olamıyoruz. Oraya bakan milyonlarca bakıştan başka bir bakışa sahip olamıyoruz. Oraya saplanıp kalıyoruz. Sonra zaman doluyor, başka bir şey gösteriyorlar, oraya bakıyoruz, orada donup kalıyoruz, donup kalıyor bakışımız, bir yerden bir yere akışımız. Her gün üç beş ‘şey’ belirleniyor, hepimiz oraya bakıyoruz, başka her şeyden kopuyoruz. Nedir o üç beş ‘şey’? İtip kakmaya müsait sözler, deşip kanatılabilecek ayıplar, doğru hissettirebilecek yanlışlar, vurup kırmaya amade duygular, efsunlu banallikler, ucuz gülmelikler, sığ lafazanlıklar ve bütün bunları aşan kişilik bozuklukları... Bize bir şey gösteriyorlar, oraya bakıyoruz. İnsanın karanlık yüzünde kilitli kalıyoruz. Hayat bakmadığımız her yerde olanca gürlüğü, güzelliği ve renkliliğiyle akıp gidiyor. Biz izan geçirmez inatlarla, köşeye kıstırılmış zihinlerle, çürüten ısrarlarla hayatın olmadığı yere bakıyoruz. İçimizin bütün insanca bakışlarını tutup tutup kör kuyulara atıyoruz. Hayatın olmadığı yere doğru durmadan akıyor, akıyoruz. Ve bütün bu katıksız esaret bizim başımıza sarılı değilmiş gibi, her gün üç kuruşluk oyalamalar için şuursuzca hayatın elini bırakıyor, bırakıyoruz.

“Meşgul olanlarda ekseriyetle daha yüksek bir meşguliyet eksikliği vardır... Bu açıdan tembeldirler. Meşgul olanlar, mekaniğin ahmaklığı uyarınca, bir taşın yuvarlanışı gibi yuvarlanıyorlar” diyor Nietzsche, ‘İnsanca, Pek İnsanca’ kitabında.

Ben ipini koparan bir uçurtma gibi gökyüzüne doğru yükselmek istiyorum. Ben her sabah yanımdaki yöremdeki diğer çiçeklerle birlikte çiçek açmak istiyorum. Ben neşeli bir şelale olmak için kendini hiç düşünmeden kayalıklardan aşağıya bırakan küçük bir dereyi anlamak istiyorum. Ben su birikintilerinde ufka doğru yelken açmak istiyorum. Ben evimi bir şarkının nakaratına taşımak istiyorum. Ben yağmur olup küçük çocukların avuçlarında birikmek istiyorum. Ben saatimi hayallerime kurmak istiyorum. Ben doğan her günle yeniden doğmak istiyorum. Ben aldığım her nefesin içini hayatla doldurmak istiyorum. Ben her baktığım yerde daha önce hiç görmediğim bir şey görmek istiyorum. Ben gördüğüm her şeyle büyümek, çoğalmak, zenginleşmek ve enginleşmek istiyorum.

“Görmeyi öğreniyorum. Sebebini bilmiyorum fakat her şey bana daha derinden giriyor ve her zaman vardıkları noktada artık kalmıyorlar. Hakkında hiçbir şey bilmediğim bir iç tarafım var. Her şey oraya doğru gidiyor. Orada neyin meydana geldiğini bilmiyorum” diye yazmış Rilke, derin kitabı ‘Malte Laurids Brige’nin Notları’nda.

Bir de şunu düşünün;

yaşamaya değer hemen hiçbir

şey yaşamadığını hayatının son anında anlayan biri ne hisseder?

Kendi bakışını kaybetmemek için, herkesin baktığı yere hiçbir zaman bakmayan insanlar da var.

“Cana lazım olmayana uzun uzun bakmayagör” dedi

meczup, “olur sonra iki

gözün bakmaya kör!”

#Nietzsche