Dinleyecek biri

04:0020/05/2019, Pazartesi
G: 20/05/2019, Pazartesi
Gökhan Özcan

“Bazen sesimi hiç kimse işitmiyormuş gibi hissediyorum” dedi kederle yanındakine, “belki kendim bile!”Söylemek istediği her şeyi söyleyerek giden var mıdır şu dünyadan? Muhtemel ki yoktur. Her yaşayanın yaşayamadığı bir şeyler kaldığı gibi, her söyleyenin söyleyemediği bir şeyler de kalır öylece içinde. Tamam, kalsın. Söylemeyi istediklerimizin bir kısmını söyleyebilmeyi de bahtiyarlık sayar geçeriz. Ve fakat, yaşadığımız şu velveleli hayat, öyle bir yere doğru gidiyor ki; Allah-u âlem bir zaman

“Bazen sesimi hiç kimse işitmiyormuş gibi hissediyorum” dedi kederle yanındakine, “belki kendim bile!”



Söylemek istediği her şeyi söyleyerek giden var mıdır şu dünyadan? Muhtemel ki yoktur. Her yaşayanın yaşayamadığı bir şeyler kaldığı gibi, her söyleyenin söyleyemediği bir şeyler de kalır öylece içinde. Tamam, kalsın. Söylemeyi istediklerimizin bir kısmını söyleyebilmeyi de bahtiyarlık sayar geçeriz. Ve fakat, yaşadığımız şu velveleli hayat, öyle bir yere doğru gidiyor ki; Allah-u âlem bir zaman sonra bir şekilde söylenebilen sözleri, iyi kötü dile getirilebilen meramı da can kulağıyla bir dinleyen bulunamayacak diye endişe ediyoruz. Öyle ya; hayatımıza el koyan, günlerimizi tıka basa dolduran, adeta bize nefes alacak zaman bile bırakmayan bunca meşguliyetin arasında hangimizin bir başkasının iç dünyasına, duygularına, hassasiyetlerine, hikayesine bakmaya mecali, dikkati, sabrı olacak, olabilecek? Elbet konuşacak insanlar, sesler işitilecek ama o sesin taşıdığı mânâ belki de hiç kapağı açılmadan yeniden sözü söyleyene, meramın sahibine adresine ulaşmayan bir mektup gibi iade olunacak. Nasıl bir felakettir bu, düşünebiliyor musunuz? Baş döndürücü bir hızla dönen bir zaman, hıncahınç insanla dolu karmakarışık bir dünya ve birbirine sağır milyonlarca insan...

“Feryâd ki feryâdıma imdâd edecek yok/ Efsûs ki gamdan beni âzâd edecek yok/ Te’sir-i muhabbetle yıkılmış müteellim/Vîrane dili bir dahi âbâd edecek yok/ Ya Râb ne için zâr-ı Nigâr’ı şu cihanda/ Nâ-şâd edecek çoksa da dil-şâd edecek yok” diye yazmış bir şiirinde Nigâr Hanım. Tamburî Cemil Bey o şiiri Şehnaz makamında bestelemiş, belki bilvesile bir dinleyen olur. Hem de mümkünse Bekir Sıtkı Sezgin’den...

Artık birbirinin sesini duymakta bile zorlanan insanlığımız, klavye hareketlerinin, tuş tıkırtılarının sesini duyabilir mi? İnsanın yaşamanın yerine ikame etmeye çalıştığı mecralarda, her şey, dolayısıyla insan da hikayesiyle birlikte çılgınca akıp bir kayboluşa dökülmüyor mu? Türlü sebeple eğilip bükülen, bin bir beklentiyle abartıya bulanan iddialar, tabiatı icabı samimiyetinden kaybeden sözler, bir yerlerden doldurulup avuç avuç ekranlara dökülen ifadeler, harf sayılarına sığdırılmaya çalışılan keskin uçlu kelimeler... Orada kimse var mı gerçekten? Bizi duyan, dinleyen, anlamaya gayret eden, buna ayıracak vakti, gücü, alakası olan, hikayesini başkalarının hikayesiyle yüzleştirecek kadar insanlığı olan... Hayattan daha hızlı akmıyor mu orada her şey? Bütün sözleri önüne katıp götürmüyor mu o devasa girdap! Daha en başta adına ‘sanal’ dediğimiz bir mecrada, kendimize gerçeklik mi arıyoruz şimdi? Mümkün mü bu? Her insan müstesna değil miydi, duygularıyla, düşünceleriyle, hayalleriyle, hikayesiyle? Her söylenenin, her yazıya dökülenin trend tornalarından geçirildiği, standart kalıplara döküldüğü bir mecrada, kimin bir başkalığı, bir farklılığı, bir kendine özgülüğü, bir istisnaî ahvali, hissedişi olabilir ki? Orada, kim aklını ve kalbini bütün bunlardan alarak bir insanın içinden geçene can kulağını verebilir ki?

“Cenin değil, ana karnında taşınan koskocaman bir dünya, ufacık ama bütün, tastamam bir kozmostu. Âlemin bir zübdesiydi. Sihrine ram olacaktım. Mankurt gibi her şeyi bir kenara bırakıp onun refahı ne emrederse onun peşinde koşacaktım. Uzay boşluklarında çırpına çırpına yüzerek milyonlarca ışık yılı yol gidecek, yörüngesine oturup ebediyen etrafında dönecek, uydusu olacaktım, kölesi olacaktım. Yapmacık otoriterliğimle işaret parmağımı tehditkârâne salladığımda gözlerimin içinin güldüğünü fark edecek, aldırmayacak ama sevgiden doğan bir şımarıklıkla gelip sırnaşacaktı. Rakamları yıldızlardan, kelimeleri masallardan toplayıp bir bir avcuna sayacaktım. İkimiz bir soğan olacaktık, hangimizin bir katını soysalar, altından diğeri çıkacaktı” diye yazmış Kadir Daniş, ‘insan’ın daracık damarlarında nefes nefese koşaduran kitabı ‘Serçelerin Ölümü’ kitabında... ‘Serçelerin Ölümü’ heyecan verici bir kitap, okuyana elbet dokunacaktır.

Bir de soru bırakalım yazının sonuna: Hayatın artık hepimizi fazlasıyla yormakta olan derin uğultusu, insanların işitilmediği için havada asılı kalan sessiz feryatlarından geliyor olabilir mi?

#Kadir Daniş
#‘Serçelerin Ölümü Kitabı