Acziyet mintanı

04:0011/01/2018, Perşembe
G: 18/09/2019, Çarşamba
Gökhan Özcan

Baş ağrısıyla, karın ağrısıyla, sırt ağrısıyla yaşamaya tahammül edemiyoruz ama gönül ağrısıyla yaşamaya ikna ediyoruz kendimizi. Belki başka çaremiz yok. Öyle ya, diğerlerini iyi kötü tedavi eden ilaçlar var ama gönül ağrısının ilacı yok. Bedensel ağrılar, bedenimizde bazı şeylerin yolunda gitmediğini, anatomik sistemimizde aksaklıklar ortaya çıktığını gösteriyor. Hemen tedavisini arıyor, şifa bulmaya çalışıyoruz. Gönül ağrısının bedenimizle ilgisi yok buna karşılık,o insanlığımızla ilgili... Her

B
aş ağrısıyla, karın ağrısıyla, sırt ağrısıyla yaşamaya tahammül edemiyoruz ama gönül ağrısıyla yaşamaya ikna ediyoruz kendimizi. Belki başka çaremiz yok. Öyle ya, diğerlerini iyi kötü tedavi eden ilaçlar var ama gönül ağrısının ilacı yok. Bedensel ağrılar, bedenimizde bazı şeylerin yolunda gitmediğini, anatomik sistemimizde aksaklıklar ortaya çıktığını gösteriyor. Hemen tedavisini arıyor, şifa bulmaya çalışıyoruz. Gönül ağrısının bedenimizle ilgisi yok buna karşılık,o insanlığımızla ilgili... Her gönül ağrısı, her iç sıkıntısı bizim için bir uyarı sinyali... Canımızda, insanlığımızda peydahlanan arızaları haber veriyor bize. Bedensel ağrılara hemen tepki verir, hemen çare arayışına girerken; gönül ağrılarını geçiştirmek, ötelemek, unutmak için yollar arıyoruz çoğunlukla. Bedensel ağrıların daha yoğun, nokta atışlı ağrılar olduğu malum... Ama bizim için daha tehlikeli mi, orası tartışılır. Nihayetinde beden fani, günü gelince toprakta çürüyüp gidiyor. Oysa gönülde olan biten, bizimle ukbâya gelecek. Elbette bedensel ağrılarımıza şifa arayacağız, bu bizim emanete sadakatimizin icabıdır. Ama öte yandan, gönül ağrılarının bize söylediklerine de en azından aynı dikkati ve hassasiyeti göstermemiz gerekmez mi? Gönül ağrılarının, iç sıkıntıların bize insanlığımızdan haber verdiğini biledururken; nasıl bir gamsızlık, nasıl bir aldırmazlık halidir bu içine düştüğümüz!

“Bugün içimde bir sıkıntı var” dedi oturan. “Neyse ki dışında da binbir türlü eğlence!” dedi ayaktaki.
İçinde efkârı olmayan fikri, kendin söyle, kendin işit!

“İnsanlığın iradesi ızdırabın eseridir, dedik. Izdırap bizi kainatta ufak bir parça olmaktan çıkararak kainatın bütünü haline koyuyor: buna aşk diyoruz. Izdırabımız aşkın eseri değil, aşk sonsuz ızdırabımızın çocuğudur; onun kendine bir mevzu bulmasıdır; varlıklardan birine bağlanarak kendindeki taşkın denize bir sükun, muvakkat bir istirahat aramasıdır” diyor üstad Nurettin Topçu, ‘İradenin Davası’ eserinde, rahmet olsun.

Tenine acziyet mintanı giymeyeni, bin bir renkli marifet hırkası yakar mı yakar!

Bütün kelimelerin, bütün cümlelerin kendisinden fevkalade çekindiği bir kelime vardı: Hiç!
Severken sağa sola bakanın, elbet şaşılık olur akıbeti, hayat böyle!
“Biz ince yüzlü ince gözlüleri de sevdik,/ Yanakları dolgun, yaşları eksik olanları da,/ sevdik toprağa karışma zamanını erteleyenlerin/ sıkıntılarını da, kuşları da sevdik, böcekleri de!” diye yazmış Nilgün Marmara, ‘Daktiloya Çekilmiş Şiirler’inden birinde.
Bir şiir ziyaretime gelmiş, beni yerimde bulamamış. Evde idim amma şair değildim!
Bir de şöyle düşünün; çölde bir vaha olacağına kendisi de inanmayan bir serap ne hisseder?
“Sevmek dert sahibi yapıyor insanı” dedi beyaz saçlı adam, “derdimize hamdolsun!”
Yeryüzünde başka hiç kimseye dert kalmasın diyerek, her derdi kucaklayan insanlar da var.
“Derdinden kaçan gafilin” dedi meczup, “dermandan nasıl nasibi olsun?”
#İnsan
#Efkar
#Yaşam