Yerimizi tutan boşluk

04:002/08/2018, Perşembe
G: 2/08/2018, Perşembe
Gökhan Özcan

Birbirimizi duyup görmekte, anlayıp bilmekte zorlanıyoruz artık. Bir aradayken bile nasıl kapatılacağını bilemediğimiz mesafeler oluyor aramızda. İçimizde biriken onca şeye başkalarında karşılık aramak, insanlığımızla bir başkasının insanlığına dokunmak zorlaşıyor giderek.Duygularının, düşüncelerinin, dertlerin, zihni meşgul eden derin meselelerin dışa vurulmasının getireceği bedeli ödemeye hiç kimsenin cesareti yok. Neredeyse herkes kendi tedirginlikleri, endişeleri ve korkuları içinde tutsak...

Birbirimizi duyup görmekte, anlayıp bilmekte zorlanıyoruz artık. Bir aradayken bile nasıl kapatılacağını bilemediğimiz mesafeler oluyor aramızda. İçimizde biriken onca şeye başkalarında karşılık aramak, insanlığımızla bir başkasının insanlığına dokunmak zorlaşıyor giderek.



Duygularının, düşüncelerinin, dertlerin, zihni meşgul eden derin meselelerin dışa vurulmasının getireceği bedeli ödemeye hiç kimsenin cesareti yok. Neredeyse herkes kendi tedirginlikleri, endişeleri ve korkuları içinde tutsak... Katılaşmış yargılar, sığ ezberler, dar fikirler, zihinsel sertlikler, körelmiş duygular rehin alıyor bütün insanî derinliklerimizi, zenginliklerimizi. Azalıyoruz ve azaltıyoruz hayatı. Kütleşiyor hayatımıza canlılık katan şeylerin yüzeyleri. Hepimizi ele geçiren bir yenilmişlik hissiyatıyla malûlüz sanki. Birbirinin yanından geçen gölgeler gibiyiz, dokunamıyor birimizin hayatı diğerine. Kilit altında tuttuğumuz şeyler yakıyor oysa içten içe canımızı. Söylenecek bunca şey varken, sözler nasıl da kaçıyor köşe bucak bizden! İçinde fırtınalar koparken, nasıl bu kadar durgun akabilir ki insan? İçinde denizleri nasıl saklı tutabilir ki toprak? Yan yana yaşayan ve sönmüş gibi görünen yanardağlar gibiyiz. İçimiz tıka basa kavurucu ateşle dolu. Ateşi dışa vursak, patlasak, çatlasak ve ateş sızsa yavaş yavaş dışarıya, rahatlayacağız. Ama yapamıyoruz. Kendimizi, içimizi, duygularımızı, fikirlerimizi bir türlü yeryüzüne çıkaramıyoruz. Derinlerde saklı tutuyoruz. Hiç dünyada değilmişiz gibi aslımızı, esasımızı, insanlığımızı içimizde kilitli tutuyoruz. Ve hayat; herkesin kendi gerçeğini gizlemek adına yaptığı sarsak gösterilerle, yalandan performanslarla, vasata bağlanmış konuşma balonlarıyla sürüp gidiyor. Hayat hiç haketmediği kadar boş ve insansız kalıyor.

“Sıkıntılar, gerçek kimliğinizi kaybetmenizle ilintilidir. Saadetimin ya da umutsuzluğumun kaynağı olacak bir haber bekliyorsam sanki boşlukta kaybolmuş gibiyimdir. Bana belirsizlik hakim olduğu sürece, duygu ve tavırlarım, geçici bir kılık değiştirmeden ibarettir. Zaman, bir ağacı oluşturduğu gibi, her geçen saniye, bir saatlik kişiliğimi oluşturmaktan vazgeçer. Tanımadığımız bir ‘ben’, bir hayalet gibi, benim dışımdan bana doğru yürür. O zaman büyük bir sıkıntıya kapılırım” diye yazmış Antoine de Saint Exupery, ‘Savaş Pilotu’ kitabında.

“Sizi anlıyorum” dedi çok bilmiş uzman. “Bunu ben bile yapamıyorken siz nasıl yapabilirsiniz!” dedi hayretle, yerinde herhangi birimizin olabileceği sıradan insan.

Her insan göründüğünden fazlasıdır; onu bu devirde el birliğiyle göründüğü kadar kalmaya, hatta göründüğünden bile daha az olmaya zorladık, zorluyoruz.

“Gine havalandı aşk pervanesi/ Düşüp aşk oduna tüter değil mi?/ Haberdar mı bilmem Hublar danesi/ Bülbül can içinde öter değil mi?” diyor Aşık İsmail Daimî.

Her bir insanın gönülde tuttuğu yer farklıdır; bu sebeple ki hiç kimse bir başkasının yerine konmaz, konamaz.

Her insanın içindeki saklı defineyi bulan, o defineyle zengin olan insanlar da var.

“Gözünü mehtaba kapalı tutacaksan,” dedi meczup, “ha kuyunun içi, ha kuyunun dışı!”

#İnsan
#boşluk