Bizi kapılmamızı istedikleri şeylere inandırmaya çalışanlar; önümüze, kendimizi zeki hissetmemizi sağlayacak küçük eğlenceli oyunlar koyarak başladılar işe. Onların bu oyunlarına geldik, önümüze konan ne varsa yedik, bulmacaları çözdük, bilmeceleri bildik, esprilerini anladık ve sesli güldük, yazıyla güldük, işaretle güldük, gösterilen yerlere standart tepkimizi koyduk, doğru şıkları bulduk, şifreleri çözdük, cevapları nereye sakladılarsa bulduk, fikrimizi yürüttük, koşturduk, amuda kaldırdık... Kendimizi kendimize zeki hissettirecek ne varsa hepsini yaptık, kendimizi zeki hissettik ve bu çok hoşumuza gitti. Sonra her şeyi zekamızı gösterebileceğimiz şekilde konuşmaya ve elbette anlamaya başladık. Oysa bu bir oyundu ve oyunu kuran, oynayanlardan hep bir adım önde, hep bir adım daha zekiydi.
Bugün en zeki olanlarımızın bile yaptığı şey, kendini soru ve cevaplarıyla sınırlayan bulmacaları çözmekten ya da açık büfedeki bin bir çeşit yiyecekten elindeki tabağa en fazlasını doldurabilecek kombinasyonu kurmaktan ibaret... Alttan kurşun kalemle hafifçe çizilmiş bir şeyin üstünden renkli kalemle geçiyoruz biz. Yani başkalarınca dizayn edilen bir tasarımı görünür kılmış oluyoruz sadece. Bunun adına zeka diyoruz, yetenek diyoruz, tarz diyoruz ve kendimizi çok önemsiyoruz.
Herkesin zeki olmayı önemsediği ve herkese kendini zeki hissettirecek bir şeylerin sunulduğu bir dünyadayız. Yani daha zeki olmanın aslında hiç bir önemi yok. Daha zeki olmaya azmedenler, daha fazla ve daha hızlı körleşiyor.
Hepimiz neredeyse aynı kişi olduk ve hâlâ kendimizi 'özel' hissediyoruz. Ve hem de bizi 'özel' kıldığımız her şeyi, isteyen herkes gibi gidip en yakın marketten satın alabiliyorken! Dünyadaki insan sayısı kadar çok ayrıcalık!
Sahiplerinin köpekleriyle oynadıkları bir oyun var malûm; topu, kemik parçası süsü verilmiş bir oyuncağı ya da herhangi bir başka şeyi atıyorlar. Köpek koşarak onu buluyor, kuyruğunu sallayarak sahibine getiriyor, sahibi de onun başını ya da gıdısını okşuyor. Bir daha atıyor, bir daha getiriyor. Buna ne deniyor: Öğretilmiş çaresizlik! Dev komplo teorileri bir yana, bugün dünyaya hakim algı endüstrisinin sıradan insanla oynadığı zihinsel oyun da üç aşağı beş yukarı böyle bir şey! Ortaya bir şey atıyorlar, bütün gün onunla oynuyoruz. Ertesi gün yeniden başlıyoruz, aynı oyunu yeniden oynuyoruz. Her defasında, bizi ayrıcalıklı kılan bir şey başarmış gibi hissediyoruz kendimizi. Ve her günün sonunda, bunu başkası yapmadığı için, bu fiyakalı oyuna başarıyla katılımımız sebebiyle düzenli olarak kendi gururumuzu kendimiz okşuyoruz.
Daha zeki, daha haberdar, daha pozitif, daha yakışıklı, daha enerjik, daha güzel, daha cool, daha kültürlü, daha zevkli, daha uygar, vs... Bunlar insanı kendi gözünden saklamak üzere dizayn edilmiş türedi kılık kıyafetler, hepsi nefsaniyetin fiyakalı gardırobunda bizi bekliyor. Sana da giydiriyorlar her gün, bana da giydiriyorlar. Yani atıyorlar topu, koşup getiriyoruz. Sonra bir kere daha atıyorlar, yine getiriyoruz. Devam ediyor döngü böyle ve sonunda buna alışıyoruz. O kadar alışıyoruz ki, artık hayat budur sanıyoruz. Her şeye fevkalade hakim olduğumuzu sandığımız bu zamanın en aldatıcı oyunu bu!
Hayat bu değil, bu sadece bir oyun, köpeklere özgü bir oyun... Hayat, oyuna kapılarak unuttuğumuz o yerde! Belki bir gün kendimizi bu kör döngüden kurtarıp geri dönebiliriz diye ümitle bizi bekliyor.
“Sadece doğaya bak, hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin. Bir zamanlar olduğumuz yere dönmeliyiz, yanlış tarafa döndüğümüz noktaya. Hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz, suları kirletmeden.” diye bir replik var, Tarkovski'nin 'Nostalghia'sında.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.