“Ta ki dünya bitti”

04:005/06/2017, Pazartesi
G: 17/09/2019, Salı
Gökhan Özcan

’82 yaz sonuydu, belki de Eylül, üniversiteye kaydımı yaptırmak üzere ilk kez geldiğim Ankara’da yaptığım ilk iş Kızılay’a giderek Selanik Caddesi’ndeki Mavera bürosunu bulmaktı. Mavera taşradaki birçokları gibi bizim için de her yeni sayısı merakla beklenen, etki alanı tirajının çok üstünde bir dergiydi. Dergide imzasını gördüğüm herkesle tanışmak istiyordum, özellikle de Cahit Zarifoğlu ile... Hiç de girişken biri değildim oysa, kolayca cesaret edebileceğim bir şey değildi bu benim. Yine de yaptım.

’82 yaz sonuydu, belki de Eylül, üniversiteye kaydımı yaptırmak üzere ilk kez geldiğim Ankara’da yaptığım ilk iş Kızılay’a giderek Selanik Caddesi’ndeki Mavera bürosunu bulmaktı. Mavera taşradaki birçokları gibi bizim için de her yeni sayısı merakla beklenen, etki alanı tirajının çok üstünde bir dergiydi. Dergide imzasını gördüğüm herkesle tanışmak istiyordum, özellikle de Cahit Zarifoğlu ile... Hiç de girişken biri değildim oysa, kolayca cesaret edebileceğim bir şey değildi bu benim. Yine de yaptım. Kapıyı çaldım, açıldı, içeri girdim. Tanışmayı umduklarımdan sadece rahmetli Alaaddin Özdenören oradaydı, birkaç dergi çalışanıyla birlikte. Yemeğe hazırlanıyorlardı, beni de davet ettiler, oturup sıcak ekmekle birlikte üzüm ve peynir yedik. Daha sonra Mavera’da ismine rastladığım herkesle tanışma imkanım oldu, bir tek Cahit Zarifoğlu dışında. Onunla aynı gazetede yazdık ama hiç karşılaşmadık, nasip değilmiş. Ama bana sanki hep tanışmışız, uzun uzun konuşmuşuz ve yine uzun uzun paylaşmışız gibi gelir adını onun koyduğu sessizlikleri.


Herkesin sadece Cahit Zarifoğlu için söyleyecek birkaç güzel kelimesi vardır. Hem herkesin aşikârı ama aynı zamanda hem de herkesin meçhulü bir insandı o. Şairdi, dervişti, dava adamıydı, içinde hep uçma isteği vardı, hüzünlü ve yer yer kederliydi. Tevazu sahibiydi, insanın o herkesin sindiremediği sınırlarının, ‘acz’inin farkındaydı, hiç ara vermediği bir muhasebenin içindeydi. Hem kendi insanlığının derdiyle dertliydi, hem başka insanların, başka coğrafyaların dertleriyle dertliydi. Kendine özgü kelimeleri, imgeleri, hissedişleri vardı. Adını ‘Yaşamak’ koyduğu bir kitap yazdı ama gözü yaşamakta değildi.

Tam otuz yıl olmuş ebedî âleme göçeli Cahit Zarifoğlu. Tam otuz yıl olmuş sonsuzluk âleminde köşk kurup sakin olalı. ‘Ayna’da gördüğü gibi: “Ve gözüm eşyamda değil/ Yoruldum maddemden/ Ta ki dünya bitti/ Köşk kurdum sakin oldum”.

‘Cahit Ağabey’... Benim gibi yaşarken hürmetle elini sıkıp hasretle boynuna sarılamayanların bile ‘Cahit Ağabey’i o. Onun yaşadığı zamanın yabancısı sonraki kuşaklar için bile böyle bu... Zaman geçip gitse, birçok şeyi rüzgârıyla değiştirse de Cahit Zarifoğlu’nun ‘Ağabey’liğini her yeni gün daha fazla perçinliyor, tescilliyor. Onun berrak sesi, kelimeleri, hüznü, samimiyeti, tevazuu birçok insanın gönlünde muhabbete dönüşüyor.

Buna birçok insanın katılacağını sanıyorum; Cahit Zarifoğlu’nun bizde yeri başka... İsmi anıldığında insanlarda uyandırdığı tesir başka... Eskimez bir muhabbetle seviyoruz onu. İnsanların arkalarında bıraktığı ortak duyguyu hep çok önemsedim, bunu Allahuâlem ahirete dair bir karine saydım. Gittiği yerde güzelliklerle beraber olduğunu, sonsuzluğun kırlarında çiçeklerin onsuz açmadığını kuvvetle ümit ediyorum.

Fatihalarımız ‘güzel adam’lığının şahidi olsun.

Allah kabrini pürnûr, mekânını cennet eylesin.

Ne diyordu ‘Kayıt’ta: “Bir gün elbette sofraya birlikte çökeriz/ Sen dağ gibi kurul ben zerre bir yer tutayım”.

#Cahit Zarifoğlu
#Selanik
#Kızılay