Neyi paylaşamıyoruz?

04:0014/11/2024, четверг
G: 14/11/2024, четверг
Gökhan Özcan

Bugün birtakım hararetli konu başlıkları etrafında birbiriyle şiddetli biçimde dalaşan insanlar, bu konu başlıklarını bir şekilde ortamın dışına çıkarma imkânımız olsa birbirleriyle gül gibi geçinebilirler aslında. Hayatımızın tabii seyri içinde şunca nefreti, öfkeyi, hıncı biriktirebilecek pek bir şey yok nihayetinde. Yakın zamanlara kadar birbirleriyle nezaket çerçevesinde söyleşebilen, hal hatır sorabilen, komşuluk, mesai arkadaşlığı yapabilen, birbiriyle alışverişi olan, birbirlerinin hayatına

Bugün birtakım hararetli konu başlıkları etrafında birbiriyle şiddetli biçimde dalaşan insanlar, bu konu başlıklarını bir şekilde ortamın dışına çıkarma imkânımız olsa birbirleriyle gül gibi geçinebilirler aslında. Hayatımızın tabii seyri içinde şunca nefreti, öfkeyi, hıncı biriktirebilecek pek bir şey yok nihayetinde. Yakın zamanlara kadar birbirleriyle nezaket çerçevesinde söyleşebilen, hal hatır sorabilen, komşuluk, mesai arkadaşlığı yapabilen, birbiriyle alışverişi olan, birbirlerinin hayatına bir şeyler katabilen insanlar, konu birtakım toplumsal meselelere, sıcak gündeme, siyasete, futbola, medyaya geldiğinde adeta birbirinin boğazını sıkabilecek hale geliyor.

Çoklu medya, ehil olup olmadığına bakmadan herkese konuşma imkanı sağlayan ve herkesi medyatik zihinlerle düşünmeye sevk eden yeni teknolojik imkanlar, dilinin kemiği olmadan habire konuşan toplum, uzlaşma kültürünü silip attı, yerine bir uzaklaşma kültürü inşa etti. Birbirini anlamaya çalışan insanlar olamıyoruz artık hiçbirimiz. Çünkü anlama gayretlerinin medyatik anlamda bir getirisi yok, kavga, çatışma, üst perdeden yargılamalar ve hatta linç hareketleri prim yapıyor. Bu sertleşme insanların birbirini çekmesine değil, itmesine yol açıyor ve kişiler arası mesafeler giderek açılıyor. Bir şekilde birbirine paralel şeyler söyleyen insanlar kendi arasında gruplaşıyor ve küçük ölçekli çatışmalar büyüyerek toplumsal ayrışmayı tetikliyor.

Herkesin hayatına gerilim yükleyen bu yeni çatışma kültüründen kimsenin bir şey kazandığı yok aslında. Ancak yeni düzenin akışkan niteliği sebebiyle durup her şeyi incelikle ve güzellikle düşünmeye, aklıselimi harekete geçirmeye vakit olmuyor. Dolayısıyla anlamla doldurmamız gereken sosyal ortamlarımız anlamsız itiş kakışla ağzına kadar dolmaktan kurtarılamıyor.

“Her insan tabiata benzer: güneş ve bulut, yağmur ve hararet, gül ve diken, bülbül ve baykuş, fırtına ve sükûn, gülistan ve bataklık, iniş ve yokuş, tepe ve yayla, kuzu ve kurt, boğa ve karınca, namütenahi tezatlar ondandır” diyor Peyami Safa, ‘Mahşer’ kitabında.

Hepimizin kendi içinde çözülmesi gereken sırları, kendi derinliklerinde göründüğünden çok daha incelikli tarafları var. Bizi nelerin üzdüğünü, nelerin heyecana garkettiğini, nelerin hassasiyet damarımızı kabarttığını kendimiz bile tam olarak bilemiyoruz. Geçmişten kalan çözülememiş düğümler, taşınması gittikçe zorlaşan ağırlıkta yükler de var omuzlarımızda. Aniden öfkeye kapıldığımız herhangi bir davranışın, sözün, hareketin içimizde o ani patlamayı ortaya çıkaran kökleri, kılcal uzantıları var.

Bakışlarımızı popüler tartışma meselelerinden alıp iç dünyalarımızda neler olup bittiğini merak etmiyor, kendi gizemlerimizin peşine düşmüyoruz hiç. Kendimize de başkalarına da içtenlikli, insanca anlamlar arayan, ‘insan’ı savunan, güzellikleri kollayan gözlerle bakamıyoruz. Bizi birbirimize düşüren şeyler hayatımızda, kişiliğimizde, iç dünyamızda kaplamadığı kadar büyük yerler kaplıyor bu sebeple hayatımızda. Kendi başımıza kalsak, biraz düşünebilsek, ‘insan’da biraz daha sabit kalabilsek anlayacağız muhtemelen incir çekirdeğini doldurmayacak şeylerle dünyamızı doldurduğumuzu, birbirimizi acımasızca, hoyratça kırıp döktüğümüzü.

Neden birbirimizin mağduriyeti, mağlubiyeti, mahkumiyeti olmaya bu kadar meraklıyız? Neden kendimizi ve birbirimizi sevebilecek, benimseyebilecek, bağrımıza basabilecek sayısız insanca sebep varken, ayrı düştüğümüz, farklı düşündüğümüz üç beş meseleden devasa yangınlar çıkarıyor, birbirimize zarar vermek için fırsat kolluyoruz? Neyin ihtirası bu! Neyi paylaşamıyoruz? Neden birbirimize gönlümüzden bakamıyor, nefsimizin kışkırtmalarına geliyoruz? Elbette herkes haklı değil, her meselenin haklısı haksızı var. Ama şu kör dövüşünü hak edecek kadar önemli mi gerçekten bunlar? Hakkaniyet temelinde konuşarak anlaşamaz mıyız?

“Bak tabiata! Hayvanlar hâlâ koklaşa koklaşa anlaşabiliyor” dedi sıkıntıyla yanındakine dönerek beyaz saçlı adam, “ama insanlar konuşa konuşa anlaşamıyor artık!”

#birey
#toplum
#Gökhan Özcan