“Geleneğin, tasavvuf âeminin tümüyle tarihe karıştığının, evliyaların, tarikatların masaldan ibaret sanıldığı bir çağda, çağdaş materyalizmin ve modern tüketim zihniyetinin doruğunu temsil eden bir toplumda, akıllara durgunluk veren inanılmaz bir güzelliktir zuhur eden. Gelenek tüm ihtişamıyla -pirleri, tekkeleri, şeyhleri, dervişleri, zikir meclisleriyle- gelir, yetişir ve mana âleminden bütünüyle kopmuş modern insana, olanca kapsayıcılığıyla el koyar. Gelenek, ezelden ebede değişmez cevheriyle,
“Geleneğin, tasavvuf âeminin tümüyle tarihe karıştığının, evliyaların, tarikatların masaldan ibaret sanıldığı bir çağda, çağdaş materyalizmin ve modern tüketim zihniyetinin doruğunu temsil eden bir toplumda, akıllara durgunluk veren inanılmaz bir güzelliktir zuhur eden. Gelenek tüm ihtişamıyla -pirleri, tekkeleri, şeyhleri, dervişleri, zikir meclisleriyle- gelir, yetişir ve mana âleminden bütünüyle kopmuş modern insana, olanca kapsayıcılığıyla el koyar. Gelenek, ezelden ebede değişmez cevheriyle, tüm hakikatiyle burada bizimledir. Burada ve her yerde, her yerde ve her zamandadır”
Yukarıya iktibas ettiğim satırlar rahmetli Ayşe Şasa’nın, Muhyiddin Şekûr’un ‘Su Üstüne Yazı Yazmak’ kitabına yazdığı sunuş yazısından. Bildiğim kadarıyla Ayşe Hanım’ın yaptığı birçok hayırlı iş arasında bu kitabın Türkçeye çevrilmesini teşvik etmek de vardı. Allah ondan razı olsun; fakir gibi pek çok susamış kimse de bu çeşmeden kana kana içti de ferahladı. Muhyiddin Şekûr’un hikmetler ve inceliklerle dolu kişisel yolculuğunu bir günlük kıvamında anlattığı bu eser ve sonrasında kaleme aldığı serinin ikinci kitabı ‘Gölgeler Koridoru’ modern zamanların dağdağası içinde öz istikametini arayan, manevi tutamaklarını yitirmiş pek çok insana yol gösterdi. Ayşe Hanım’ın da vurguladığı gibi kadim geleneğin, modern zamanlar içinde kendini nasıl yenilediğini, arayanlar için aslında ne kadar yakında, hayatın ne kadar içinde olduğunu, nasıl nefes almaya ve vermeye devam ettiğini Şekûr’un satırlarında bulduk. Onun ayak izlerine basarak onun manevi yolculuğunun yoldaşı olduk adeta.
Bu iki kitaba doyamamışlar olarak uzun zamandır serinin üçüncü kitabını, yani Muhyiddin Şekûr’un iç yolculuğunun sonraki adımlarını bekliyor, merak ediyorduk. Nihayet kavuştuk, Sufi Kitap geçen ay ‘Mercan Resiflerinin Ötesi’ni yayınladı. Yayınevindeki dostlar nezaket gösterip kitabı bendenize de ulaştırdılar, hem de üstadın imzasıyla…
Hemen okumaya başladım tabii ama kıyamadığım için hızlı gitmemeye özen gösteriyorum. Her zamanki yumuşacık Muhyiddin Şekûr ifadeleri, içtenlikli bir anlatım… Derin bir maneviyatsızlık ağrısı çekmekte olan çağa hikmetle bakan dervişçe gözler… Kitabın sonlarına doğru Ayşe Hanım’ın vatan-ı aslîsine göçüne de değiniyor üstad, itiraf edeyim önce inceliklerle örülü bu bölümü okudum. Bu satırları okurken Ayşe Hanım’ın telefonlarını ne kadar özlediğimi tekrarlayıp durdum kendime.
‘Mercan Resiflerinin Ötesi’ni hemen okuyun derim, okumadıysanız ‘Su Üstüne Yazı Yazmak’tan başlayarak bütün seriyi ardı ardına okuyun. Size iyi geleceğinden emin olabilirsiniz, bendeniz kefilim. Sadece iyi gelmeyecek, derin izler de bırakacak hayatınızda. Bitirdikten sonra bizler gibi yenisini beklemeye başlayacaksınız. Muhyiddin Şekûr, samimi bir derviş, hikmetli bir üstadımız, bunların yanında da çok fazla benzerini bulamayacağınız türden irfan ehli bir kalem sahibi… İçinizin derinliklerine serin bir ırmak gibi akıveren nice hakikatli ifadelerin müellifi…
Kitabın sonunda biraz hüzün var, okumayanlar için buradan meseleyi açık etmeyeyim. Hüzün dediysem yıkan, parçalayan türden değil, özlemle çoğaltan, zenginleştiren türden…
Yazıyı Gazze’siz bırakmamak için, Muhyiddin Şekûr üstadımızın muhterem şeyhinin kitabın sonundaki sözlerinden birini buraya not düşelim: “Kim artık bir çare kalmadığını düşünerek ümitsizliğe düşerse, İslam’dan çıkmış olur. Allah’a inananlar asla taviz vermez ve ümitsizliğe kapılmazlar. Ümitsizlik ölümden beterdir:”
Yani ne demiş oluyoruz: ‘Nehirden Denize Kadar Özgür Filistin!’
Bir gün mutlaka!