Hayat, şahit olduklarımız ve onlardan çıkardığımız derslerden teşekkül eder. Bunu şöyle de söyleyebiliriz; hayatımızı şahit kılındıklarımızdan ve şahit kılındıklarımızın bize öğrettik lerinden inşa ederiz. Hayatı başka pek çok şeyle, başka pek çok şekilde tarif edebiliriz belki ama, bunların içinde bu kadar öğretici ve derinleştirici olanı pek azdır. Hadiseleri okumaya gayret etmeyi, idrakimizi diri tutmaya yarayan bir çaba olarak görüyorum acizane. “Bunlar neden benim başıma geliyor?” ifadesi agresif
Hayat, şahit olduklarımız ve onlardan çıkardığımız derslerden teşekkül eder. Bunu şöyle de söyleyebiliriz; hayatımızı şahit kılındıklarımızdan ve şahit kılındıklarımızın bize öğrettik lerinden inşa ederiz. Hayatı başka pek çok şeyle, başka pek çok şekilde tarif edebiliriz belki ama, bunların içinde bu kadar öğretici ve derinleştirici olanı pek azdır.
Hadiseleri okumaya gayret etmeyi, idrakimizi diri tutmaya yarayan bir çaba olarak görüyorum acizane. “Bunlar neden benim başıma geliyor?” ifadesi agresif tonuyla haddini aşan bir isyan cümlesi olarak geliyor daha çok kulağımıza. Bunu sakin tonda söyleyebilirsek, aslında oldukça öğretici bir muhasebenin, inceltici bir tefekkürün ifadesi de olabilir.
Dünyanın bir imtihan yeri olduğunu sıkça söylüyoruz. Madem öyle, bu imtihanın sürekli değişen soruları olmalı. Öyle ya, hayatımızla sürekli kendini yenileyen o sorulara cevap arayacağız, bulacağımız cevaplarla bu zor imtihanda başarılı olacağız ya da olamayacağız. Selim bir akılla dikkatli bakarsak, şahit olduğumuz her şeyin, içinde bu türden sorular barındırdığını görebiliriz. Bizi kim kıldığını da yine o dikkatli bakışla cevaplarımızın içinde bulabiliriz.
Son birkaç ay boyunca şahit kılındığımız hadiseler, hayatın önümüze çıkardığı sorulara makul bir cevap bulmakta en çok zorlandığımız zamanları yaşatıyor bize. Acziyet ve çaresizlik en çok kullandığımız ama içlerine sığınmakla kahra garkolduğumuz kelimeler oldu. O kadar bariz bir acziyet içindeyiz ve çaresizliğimizi açıklamak o kadar müşkül bir şey ki, her lisan utancından kendini sessizliğin ellerine bırakıyor artık.
Lisanın iddialı kelimelerle konuşmasına fazlasıyla alıştığımız bir devirde yaşıyorduk oysa biz. Bu kahredici gerçekler, büyük iddialarımızın insanı olamadığımızı yüzümüze vurana dek. Şimdi birer cevap denkleştirmek için elimizi uzattığımız kelimeler bizden kaçıyor artık. Gerçekten çok acı bir şey bu! ‘İnsanlık’ bir uçtan bir uca incitilir, katledilirken, masumların hukuku bu kadar ayaklar altına alınırken, kötülük bu kadar pervasızlaşabilirken, bizim her şeye bu kadar seyirci olmamız, bu cendereyi kıracak bir çare üretemiyor oluşumuz gerçekten çok acı, çok yakıcı bir şey!
Hadiseler bize bir şey söylüyorsa, ki mutlaka öyle, belli ki bu defa bize acziyet ve çaresizliğimizi söylüyor. “Bunlar neden bizim başımıza geliyor?” diye sormak gerek öyleyse... İsyankarlıkla değil, Suçunu bilen, acziyetini itiraf eden, nadim olan, boyun büken bir idrakle... Şahidi kılındığımız bütün bu acıların bize bırakacağı en öğretici ders bu belki de...
Belki şöyle bir paragraf da açmak gerekiyor bütün bunların üstüne; doğru cevapları bulabilmek için sadece idrak tazelememiz yetecek gibi görünmüyor bu defa, idrakimizi genişletmemiz de gerekiyor görünüşe göre. Çok zulümler gördük, çok kötülüklere şahit olduk ama bu defa görüp bildiklerimizin ötesine geçen mahşeri bir tablo ile karşı karşıyayız. Buna karşılık, kötülüğü çıplak bedenleriyle karşılayan ve canlarını değil, canlarıyla hakikati savunan büyük insanlıklar görüyoruz. Bu tablo, sözünü çok açık söyleyen bir tablo... Hayır ve şer apaçık karşımızda... Nerede durmamız gerektiğini ve neden duramadığımızı iyi düşünmeliyiz. Bunu kahırlı ve ağlak cümlelerle değil; geleceğe dönük bir azmi, kararlılığı kuşanarak yapmalıyız. Belki bugünün değilse bile, önümüzdeki on yılların acılarını dindirecek çarelerin peşine düşmek, uyanık zihinlere ve akleden kalplere kavuşabilmek adına kendimizi hazırlamak durumundayız. Çaresizliğin tek çaresi çareyi bulmaktır. Boynumuzu büküp bunu istemeli, dövünüp durmak yerine çareleri aramalıyız.
Bu imtihanda şahit kılındığımız her şeyin ardında en bir büyük soru var ama bizim hazırda bunlara verecek cevabımız yok. O cevapları aramalı ve Rabbimizden önce bizi bağışlamasını, sonra da bizi doğru cevaplara eriştirecek o zihin açıklığını, o aklıselimi dilemeliyiz. Özellikle samimi niyazların kabul gördüğü böyle mübarek vakitlerde...