Deli bir rüzgârdı Sadık, esti geçti!

04:0017/10/2024, Perşembe
G: 17/10/2024, Perşembe
Gökhan Özcan

Sadık’ı da ebediyete uğurladık. Hiç beklemediğimiz bir anda, (ne zaman bekliyoruz ki zaten) fani dünyadan bâkî âleme kalkan kervana kendini atıverdi. Böylesi tam Sadık’lık işti ama biz dostları, arkadaşları olarak durumu idrak etmekte zorlandık, zorlanıyoruz. Sadık’ı şahsen tanımayanlara Sadık Battal’ı anlatmak müşkül bir şey… Nizami cümlelerle portresini çizebilmek neredeyse imkânsız… Bir devrik cümleydi bütün hayatı. İçine doğru bir yangın, kayalıklara vuran hoyrat bir dalga, sevdasından ne yapacağını

Sadık’ı da ebediyete uğurladık. Hiç beklemediğimiz bir anda, (ne zaman bekliyoruz ki zaten) fani dünyadan bâkî âleme kalkan kervana kendini atıverdi. Böylesi tam Sadık’lık işti ama biz dostları, arkadaşları olarak durumu idrak etmekte zorlandık, zorlanıyoruz.

Sadık’ı şahsen tanımayanlara Sadık Battal’ı anlatmak müşkül bir şey… Nizami cümlelerle portresini çizebilmek neredeyse imkânsız… Bir devrik cümleydi bütün hayatı. İçine doğru bir yangın, kayalıklara vuran hoyrat bir dalga, sevdasından ne yapacağını bilemeyen kavruk bir kalp, tuttuğu şeyi imkânsızlığına aldırmadan elinden bırakmayan soylu bir inat… Bunların hepsi vardı Sadık’ta. Ve tabii pek çok başka şey…

Deli bir suyun kendini yukarılardan boşluğa bırakması gibi doludizgin konuşur, kelimeleri kafasındaki dağınıklıktan kurtarmaya çalışır, gönlündeki anlama yakışacak cümleyi buluncaya kadar susamazdı. Yüz yüzeyken de böyleydi, telefonda da, yazışırken de… Güneşli bir günde aniden güneşin ortadan kaybolup dolu yağması gibi bir şeydi Sadık’la konuşmak, buna maruz kalır, sonra teslim olurdunuz. Konforu da, konforlu hayatları da, konforlu zihinleri de sevemezdi. İkircikli olanlara, ‘ama’lı konuşanlara, bahaneli yaşayanlara tahammül edemezdi. Yalan yok, onun imkânlı gördüğü şeylerin çoğunu imkânsız görüyorduk çoğumuz. Ama sonunda hep o imkânsızlıkların Sadık için imkânsız olmadığını gördük. Hayallerini laf olsun diye kurmazdı. Rutinleri bozardı, boş bir çene alışkanlığına dönüşmeye, ezberleşmeye, kemikleşmeye, dolayısıyla kabuklaşmaya yüz tutan şeyleri kırmaya, yeniden nefes alıp verir hale getirmeye çalışırdı. Bunu kendiliğinden yapardı, böyleydi Sadık, uzun izahlara, hesap kitaplara girmezdi, önündeki seçeneklerden esaslı olanı bilirdi. Ve bir şeyin içinde o sahiciliği bulursa, neyi var neyi yok, her şeyini yatırırdı o işe. Cebindeki son meteliğe kadar vermeye hazırdı her an, nice defa da yaptı bunu gözümüzün önünde. Herkesten de böyle olmasını beklerdi. Bunu yapamayanlara öfkelenirdi, hesaplarını kitaplarını yüzlerine vururdu. Kavgadan kaçmaz, bazen de küserdi. Buna karşılık bir deli vakitte bir cana haksızlık ettiğine kani olursa, helallik ister, yıllar sonra da olsa kopardığı şeyleri yeniden yerine bağlardı.

Sevdiği kimseyi gerçekten dibine kadar severdi, galiba onlardan biri oldum ben de. Yetiştiği toprağın hikmeti lisanını beziyordu konuşurken, o sanki farkında değildi ama bunun. Hep başkalarının kendi keşfettiği hikmetlerini yüceltmekle meşguldü. Öyle şeyler söylüyordu ve bunu o kadar ısrarla yapıyordu ki, söylediklerinin altında eziliyordum çoğu zaman. Ben onun bende bulduklarını kendimde arıyor, bulamıyor, her defasında Sadık’ın deli irfanının cömertliğine bağlıyordum meseleyi. Malum, irfan sahibi nereye baksa kendindekini görür. Nefis sahibi de öyle elbet…

Yirmi küsur bölümlük Çek Bir Film, Türk sinemasının arka planına, girilmemiş odalarına giren, hakkı verilmemiş emektarlarına saygı duruşu anlamı taşıyan çok önemli bir doküman… Yirmi küsur bölümlük bir eğitim dizisi ama daha önemlisi sinema tarihimize çok kıymetli kayıtlar düşen bir belgesel… Bu belgeselin metinlerini yazdım ve bu beni her zaman mutlu eden bir iş olarak duruyor hafızamda. Tekirdağ’da soğuk duvarlarla çevrili akademik hayatımıza çiçekli bir pencere açtı, bunun için tek başına cengaverce mücadele etti. Olağanüstü bir iştir, ileride tezler yazılır bu sıra dışı akademik program hakkında muhtemelen. Çizgizar belgeseli için gece gündüz kafa yorarken neredeyse işin her safhasında Hasan Aycın Ağabey ile benim aramda gidip geliyor, gönül köprüleri kuruyordu. Tadına doyulmaz bir muhabbet sürdü gitti bu şekilde. Hasan Aycın ustanın dünya çapındaki sanatçılığının, insanlığının, bilgeliğinin Sadık’ta nasıl yeni bir Sadık ortaya çıkardığına adım adım şahit oldum. Ne bahtiyarlık benim için…

Değişik bir adamdı Sadık… Şimdilerde bu kelime pek olumlu anlamda kullanılmıyor ne yazık ki! Ancak ben herkesin koşar adım aynılaşmaya koştuğu bir çağın içinde değişik olan, değişik kalan, şahsına münhasır, deli dolu bir sevdalıdan, kendi tabiriyle viranî bir aşıktan söz ediyorum. Çok şey var söylenecek… Hal böyle olduğunda susmak konuşmaktan daha fazlasını ifade ediyor. Susayım o vakit!

Allah mekânını cennet etsin Sadık, seni rahmetine gark etsin inşallah. Bu dünyaya sığamadın bir türlü, işte sana sonsuz âlem…

#toplum
#aktüel
#Gökhan Özcan