İşi bilenler tabiatta tesadüfün, düzensizliğin, hatta fazlalığın ve eksikliğin olmadığını söylerler. Gazali’nin ifadesiyle, kâinatta var olandan daha güzeli olamaz. Tabiatta israf da yok. Hiçbir şey boşa yaratılmadığı gibi, gereğinden fazla ya da eksik de yaratılmamış.Gereksizmiş gibi gördüğümüz şeylerin aslında ne büyük faydalar sağladığını zamanla öğreniyoruz. Bir zamanlar apandisidin evrimden kalan bir fazlalık olduğu sanılırdı, bademcikler gereksiz görülürdü. Çoktandır öyle olmadığı anlaşıldı.
İşi bilenler tabiatta tesadüfün, düzensizliğin, hatta fazlalığın ve eksikliğin olmadığını söylerler. Gazali’nin ifadesiyle, kâinatta var olandan daha güzeli olamaz. Tabiatta israf da yok. Hiçbir şey boşa yaratılmadığı gibi, gereğinden fazla ya da eksik de yaratılmamış.
Gereksizmiş gibi gördüğümüz şeylerin aslında ne büyük faydalar sağladığını zamanla öğreniyoruz. Bir zamanlar apandisidin evrimden kalan bir fazlalık olduğu sanılırdı, bademcikler gereksiz görülürdü. Çoktandır öyle olmadığı anlaşıldı. Bunları düşününce benim aklıma hep beynin fonksiyonları gelir. Bir ömür boyu bilgi edinen insan beyin hücrelerinin sadece yüzde onunu kullanabilirmiş. Geriye kalan gereksiz gibi görülüyor, ama bu insanoğluna bir hedef gösterme olmalıdır. Yolunu yordamını bulursan bilgi edinmeyi yüzde yüze çıkarabilirsin, böylece şimdi bilebildiklerinin on katına ulaşabilirsin, bunun yedek deposu senin beyninde var denmiş gibidir.
Doğada muhteşem bir geri dönüşüm sistemi var. Yaprak düşer, çürür gübre olur. Gübre yeni bitkilere can verir. Bir hayvan ölür, başka hayvanlara, kuşlara böceklere yem olur. Kısaca doğadaki geri dönüşümle sağlanan tekrar üretim, mükemmeldir, muhteşemdir. Tabiatta bozulan ne varsa hepsini insanoğlu bozuyor. Allah insanların yaptıkları sebebiyle karada da denizde de fesat/bozulma olacağını duyurmuştu. Bu bozulma başlayalı çok oldu, hatta insanlığın sonunu getirmek üzere gibi gözüküyor.
Arılar olmasa dört yıl ömrümüz kalırmış. Dünyada hiçbir böcek kalmasa dünya yetmiş yıl içinde çöle döner, hiçbir canlı ve yeşillik kalmazmış. Aksine elli yıl hiç insan yaşamasa dünya tekrar ilk tazeliğine, yeşilliğine ve güzelliğine dönermiş. Demek ki insan dışındaki her varlık görevini eksiksiz yerine getiriyor, yani Allah’a itaat ediyor. Kendisine yapıp yapmama serbestisi yani kısmi irade verilen tek varlık insan. İradesinin ulaştığı yere kadar isyan eden de sadece o. Ve isyanı ölçüsünde bozgunculuğa sebep oluyor, kendine, hayvanlara, bitkilere zarar veriyor. Harsı da nesli de helak ediyor. Allah’a itaat etmeyen insanın bilimsel bilgisi arttıkça bozgunculuğu da artıyor. Bugün dünyanın başına asıl bela olanlar, bilimi teknolojiye çevirenler değil im? Bundan büyük terör var mı?
Bütün bunlar zincirleme sebeplere bağlı. Her şeyin bir değil bin bir sebebi var. Varoluş adeta bir sebepler ağıyla örülerek var oluyor. Biz bu sebeplerin belki en son ve en basit halkasını görebiliyoruz, mesela fay hattı kırıldı deprem oldu diyoruz, doğru. Niçin fay hattı vardı, niçin bu zamanda kırıldı, aynı şartlarda başka faylar niçin kırılmadı, niçin her yerde fay hattı yok gibi sonsuz soruların izini sürsek meselenin fizik âlemi çok aşan boyutlarının olduğunu görürüz. Günlük hayatta da öyle; kavgalar, döğüşler, sürtüşmeler hep polifaktöriyel sonuçlardır ve insanı ilgilendiren her oluşta insanın etkisi vardır. Ben bunu en açık şekliyle trafikte görürüm. Mesela acele eder haksız yere birinin önüne geçerseniz kısa süre sonra aynı hareket size yapılır. Biz başımıza gelenleri sebepsiz sanırız.
Bir insanın kabiliyet derecesi, maddi ve manevi varlıklarının toplamı muhtemelen Hz. Âdem’e kadar varan sebepler zincirinin sonucudur. İnsan bu sebeplerin pek çoğunu annesinden babasından miras alır. Onlar da kendi anne babalarından ila ahir. Ta Âdem’e (sa) kadar. Yani hiç kimse diğeriyle aynı noktada ve eşit değerlerle doğmaz. Birinin doğuştan zeki, diğerinin gabi olmasının sebepleri onun elinde değildir. Ama bu asla rast gele de değildir, her bir sebep diğer sebeplerin sonucudur. Allah’ın herkesi eşit yaratma zorunluluğu yoktur, ama adil davrandığı kesindir. İnsanoğlu sahip olduğu değerler açısından birisi yüz üzerinden doksan beş, diğeri de sadece beş değerle yaratılmış olabilir. Bunda insanın ne sorumluluğu ne de bir hak edişi vardır. Onun sorumluluk ve hak ediş alanı akil baliğ olduğu noktadan başlar. Doksan değerle doğandan sorumluluk olarak doksan değerin karşılığı, beş değerle doğandan da beş değerin karşılığı istenir ve herkes kendisinden istenileni yerine getirdiği oranda değer kazanır. Yani burada adalet vardır. Beş değerle doğan birisi doksan beş değerle doğandan daha kazançlı ve Allah katında daha değerli çıkabilir.
Zenginlik, mal mülk ve dünyalık kazanımlar da böyledir. Onların da bir değil bin bir sebebi vardır. Kimisi doğarken milyarder, kimisi de beş parasız doğar. Ama beş parasız doğan diğerinden daha varlıklı hale gelebilir. Burada da hem insanı aşan hem de onun elinde olan sebepler vardır. Miras kalma, çok çalışma, akıllı olma, işi bilerek yapma hep mülkiyeti sağlayan sebeplerdir. Ama cimrilik, hasetlik, haram harcamalar ve benzeri pek çok kötü duygular da kaybetmenin sebepleridirler. Bu sebeple nice az zekâlının, dâhilerden daha zengin olduğunu görürüz. Sebebi, işte hesaplayamadığımız bu sayısız faktörlerin harmanlanmasından çıkan sonuçtur.