Bu sene Ramazan’la ilgili bir şey söylemeyelim derken öncekilerden daha çok söylüyor gibiyiz.Bir de teravihin hikâyesini anlatalım:Teravîh, tervihalar demek. Her dört rekâtta bir durup rahat rahat kılındığı için bu adı almıştır, Ramazan’ın teheccüdü yani nafile gece namazıdır. ‘Teravîh’ adını bu özelliği sebebiyle sonradan almıştır. Bilindiği gibi Resûlüllah (sa) bu namazı Ramazan’ın ilk günü mescitte tek başına kılmış, ikinci, üçüncü günler kendisine uyanlar çoğalınca, zorunlu sanılmasın diye kalan
Bu sene Ramazan’la ilgili bir şey söylemeyelim derken öncekilerden daha çok söylüyor gibiyiz.
Bir de teravihin hikâyesini anlatalım:
Teravîh, tervihalar demek. Her dört rekâtta bir durup rahat rahat kılındığı için bu adı almıştır, Ramazan’ın teheccüdü yani nafile gece namazıdır. ‘Teravîh’ adını bu özelliği sebebiyle sonradan almıştır. Bilindiği gibi Resûlüllah (sa) bu namazı Ramazan’ın ilk günü mescitte tek başına kılmış, ikinci, üçüncü günler kendisine uyanlar çoğalınca, zorunlu sanılmasın diye kalan günlerde hanesine çekilip orada devam etmiş.
Böyle namazlar için Resûlüllah “Ne güzel bir iş, kılabilen kılabildiği kadar kılsın” buyurunca da herkes kılabildiği kadar kılmış.
Hz. Aişe annemiz Resûlüllah’ın, kendi hanesinde sekiz rekât kıldığını nakleder. Mescitte kılanlardan onun bu sözüne dayanarak sekiz, on, yirmi, otuz altı hatta kırk dört rekât kılanlar olmuş.
Nafile namazlar cemaatle kılınmazken, teravih ilk günler Resûlüllah’a uyularak kılındığı için cemaatle kılınması da sünnete uygun görülmüş. Bu sebeple mescitte zamanla cemaat öbekleri oluşmuş, herkes tahammül edeceği rekât sayısınca kıldıran bir imama uymuş ve böylece bir mescit içinde cemaatler de çoğalmış.
Mekke’de kılanların, her dört rekâtın ardından terviha olarak bir de tavaf yaptıkları haberi Medine’ye gelince Medineliler bunu kıskanıp, Mekkelilerin her tavafına karşılık bir dört rekât daha kılmışlar.
Nihayet hilafeti zamanında Hz. Ömer, muhtemelen namaz toplayıcıdır, parçalayıcı değildir hadisi gereği teravihi, mescitte tek imamla ve kılınanların ortası olan yirmi rekâtla sınırlandırmış. Kendi başına kılanlar dilediği kadar kılsın demek istemiş. Ondan sonra da ümmet camide kılınan teravihi hep yirmi rekât olarak bilmiş ve öylece kılmış. Bunda sünnete aykırı bir durum yoktur. Bu adeta caminin sünnetidir. Kendi başına sekiz rekât kılan da yirmiye karşılık sekiz sevap almış olur. Sekizden az kılındığı rivayeti ise yoktur.
Gelelim Kur’ân-ı Kerim’e ve onun tilavetine karşı yaptığımız hatalara.
Çoğunluk biliyor olsa da Kur’an’ın anlaşılıp yaşanmak için geldiğini artık herkes kabullenmeli ve onunla ilişkilerini buna göre düzenlemelidir. Yaşanmasını unutmak ona saygısızlık olur. Bu konudaki geleneklerin her birinin bir aslı olsa dahi onlar asıl hedefin önüne geçmemelidirler.
Mukabeleler bir sünnetin icrası ve Kur’an’ın okunuşunu dinleme ve dinlerken kendi okuyuşunu düzeltme eğitimi olarak görülmelidir.
Oysa günümüzde hayattan bağımsız bir mukabele ve hatim edebiyatı gelişmektedir.
Kur’ân-ı Kerim Allah kelamı olduğu ve sözün icrası olarak en güzel şekilde yani tertil/tecvid ile okunması istendiği için onu güzel okumaya çalışmak da bir ibadettir. Herkes ve özellikle de imam kardeşlerimiz bunun için kendilerine bir zaman ayırıp mahreçlerini ve okuyuşlarını eğitmelidirler. Bu gereklidir ve buna kesinlikle değer.
Kur’ân-ı Kerim okunurken bağırılıp çağırılmaz, manaya uygun, hüzünlü ve ağlamaklı okunur.
Tilaveti, şarkı ve türkü makamlarını çağrıştıracak şekilde olmaz, Kur’an kendine has üslubuyla okunur. Biz bunları söylediğimizde musiki hocası bir arkadaşımız, muhtemelen mesleğine sataşıyor olduğumuz gerekçesiyle bu fakire hayatım boyunca duyduğum en ağır ve hakaretamiz sözler söylemişti. Yıllar geçmesine rağmen hala onun travmasını yaşıyorum. Oysa Kur’ân-ı Kerim tilavetleri makama, sanata, musikiye kısaca nefsimizin dünyalık zevklerine feda edilmemeli.
Sesini eğitip güzel okumakla artistik okumak farklı şeylerdir. Güzel ses de Allah’ın verdiği bir nimettir ve tilavete onun yansıtılması da elbette hoştur.
Ama bu günümüzdeki artistik okumalardan farklı bir şeydir. Kurân-ı Kerim’i beşer sözüne indirgemek, Kelamullah olduğunu unutmak ona saygısızlık olur.
Kur’ân-ı Kerim okurken Türk ağzı, Arap ağzı gibi ayırımlar yapmak, Allah’ın kelamında dahi milliyetçilik gütme anlamına gelir.
Bunu İslam’ın evrenselliğine yakıştıramıyor ve bir dar görüşlülük olarak görüyorum.
Ne var ki Kur’ân-ı Kerim’i böyle hüzünlü ve mana ağırlıklı okumak da biraz okuyanın manevi duyarlılığı ve seviyesi ile alakalıdır. Bu hali yaşamayan okuyucu, bunu tam olarak gerçekleştiremez. O halde bunu öncelikle dert edinip bir ahlak eğitimi olarak görmek ve Efendimiz’in ifadeleriyle, yapamıyorsa yapmaya çalışmak gerekir.
Ücretle hatim okumalar ise hala bu ümmetin bir derdidir.
Bunun Allah’ın kitabı üzerinden para kazanmaktan başka bir anlamı olabilir mi? 41 Yâ-sin’ler, İhlas hatimleri Kur’ân-ı Kerim tilavetini gayesinden saptırmaktan başka ne anlama gelir?
#Kur’ân-ı Kerim
#Teravih
#Mukabele