Tasavvuf yeniden düşünmeye değmez mi?

04:0016/10/2020, Cuma
G: 15/10/2020, Perşembe
Faruk Beşer

Müslümanlar olarak dünya çapında ve bu ölçüde bir zillet yaşıyorsak, izzetimizi bu derece kaybetmiş isek, hatta bu izzeti nerede arayacağımızı bile bilemiyorsak, kendi evinde garip, kendi yurdunda parya olarak yaşıyorsak İslam’da değil ama bizim İslam’ı anlamamızda bir problem var demektir. Çünkü biz biliyoruz ki, İslam’ın doğru anlaşılıp düzgün yaşandığı zamanlarda Müslümanlar aziz idiler. Hatta onun tamamının değil, yüzde ellisinden biraz fazlasının yaşandığı zamanlarda bile Allah bu ümmeti zelil

Müslümanlar olarak dünya çapında ve bu ölçüde bir zillet yaşıyorsak, izzetimizi bu derece kaybetmiş isek, hatta bu izzeti nerede arayacağımızı bile bilemiyorsak, kendi evinde garip, kendi yurdunda parya olarak yaşıyorsak İslam’da değil ama bizim İslam’ı anlamamızda bir problem var demektir. Çünkü biz biliyoruz ki, İslam’ın doğru anlaşılıp düzgün yaşandığı zamanlarda Müslümanlar aziz idiler. Hatta onun tamamının değil, yüzde ellisinden biraz fazlasının yaşandığı zamanlarda bile Allah bu ümmeti zelil etmedi. Çünkü bir fıkıh kuralıdır ki, bir şeyin yarısından çoğu varsa o şey var sayılır, yoksa ona var hükmü verilemez.

O halde her yönüyle yeniden Müslüman olmalı değil miyiz? Kur’an anlayışımızda, Sünnet, mezhep, haram helal, hak-hukuk ve özellikle de ahiret hesap-kitap anlayışımızda her şeyi yeniden ele almalı ve önce kendimizi muhasebe etmeli değil miyiz? Çok kişi bunun böyle olması gerektiğini söylüyor, o halde biz bunu ciddiye almalıyız.

Peki, tasavvuf ve tarikatlar konusunda da bu hüküm geçerli midir?

Bir şey zahirden ne kadar uzaksa sapma ihtimali de o kadar fazladır. Fıkıh mezhepleri zahir yani bir bakıma objektif delillere dayanmak zorundadır. Onun için dört değil, sekiz fıkıh mezhebini ele alsanız farklılıkların derin ayrılıklar oluşturmadığını, farklı görüşlerin olmayacak şeyler olmadığını görürsünüz. Hatta ihtilafın nimet olduğu alan tam da burasıdır. Çünkü bu zahir ölçüler esas alındığında nassın ihtimalleri dâhilinde bulunan her anlam dile getirilmiş ve farklı hal ve şartlar için istifadeye sunulmuş, böylece de geniş bir hareket alanı doğmuştur. Ama bu farklılığın, Usulü Fıkıh gibi muhteşem bir ölçüsü vardır. En azından kesin olması gereken şeylerle, hiç olamayacak şeylerde ittifak edilmiştir.

Fıkıhtan sonra çerçevesi belli olan, bu sebeple de kayma ihtimali nispeten az bulunan ilim Kelamdır. Çünkü onun alanı da naslarla sınırlıdır. Ne var ki, nas ve akıl dengesi sağlam kurulamazsa akıl nassa hükmetmeye kalkışır ve Kelam felsefeye kayabilir. O halde Kelamın kontrolü de ancak Usulü Fıkıhla sağlanabilir. Çünkü Usulü Fıkıh anlama usulüdür ve burada anlamadan maksat nasların anlaşılmasıdır. Öyleyse Kelam da bu usulü yok sayıp kendi başına buyruk bağımsız bir cumhuriyet kuramaz.

Peki, Tasavvuf bağımsız bir imparatorluk mudur? Onun da bir meşruiyet usulünün olması gerekmez mi? Allah’ın dini bir ise bütünüyle Fıkıh, Kelam ve Tasavvuf mezhepleri hep bu dinin temel kurallarına bağlı kalmalı değil midir? Aksi takdirde Allah’ın vahdet için, yani temel meselelerde, gayede ve hedefte herkesi toplaması ve birleştirmesi için gönderdiği din parçalanmış olur. Bu ümmet, Ümmet-i Vahide’dir. Böyle olmazsa Allah’ın defaatle yasakladığı fırkalaşma ortaya çıkar. Vahdeti temsil eden Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in dışındaki bütün fırkaların cehenneme götürdüğünü bu dinin ilk muallimi söylüyor. Ama kimse kendine Ehl-i Sünnet demekle de Ehl-i Sünnet olmaz, fırka olmaktan kurtulamaz. Onun da ölçüsü ve sınırları bellidir. Kimse de piyasa Ehl-i Sünnetçilerine bakarak bu ana gövdeyi yok sayma, aşağılama, alaya alma keyfiliğini kendisinin bir hakkı olarak göremez. Böyle yaparsa cahilliğini ortaya koymuş olur.

Kısaca bu din bizden hem ‘Kelime-i Tevhid’i hem de tevhid-i kelimeyi istemektedir. O halde Tasavvufun da bir usulü olmak zorundadır ve o da yine Usulü Fıkıhtır.

Kısaca Usulü Fıkıh dinin bütünüyle doğru anlaşılmasının usulüdür. İslam’ın bütünüyle bilgi felsefesidir, İslâmî bilginin kaynaklarını ve bu kaynaklardan bilgi alınmasının yolunu ve yöntemini tanıtan ve herkesin bağlı olmak zorunda olduğu disiplindir. İslam söz konusu olduğunda hangi bilginin işe yaradığını, hangisinin yaramadığını bütün sınırları ve detaylarıyla ortaya koyan bir ilimdir. Dinin esası nasslardır, nasslar dil metinleridir, dilin de bir mantığı, tahammülü ve esnetilebilme sınırı vardır. Kimse kendi hissedişlerine, arzularına ve olmasını istediği şeylere göre dili oyuncak hamuru haline getirip, din adına istediğini söyleme hakkını kendisinde göremez.

Onun için biz Tasavvufun en büyük problemi epistemolojiktir diyoruz. Yani İslam’ın bilgi kuramını tanımamasıdır. Dinî bilginin kaynaklarını, yolunu ve yöntemini değiştirmesidir. Ehlisünnet çizgisinden çıkıp Batınîliğe kaymış her tarikatın kendine özel bir bilgi yolu edinmesidir.

Tasavvufla ilgili yazacaklarımızda öncelikle Tasavvufa nasıl baktığımızı söyleyeceğiz ki, bir acizlik ve karalama ifadesi olarak sıkça kullanılan ‘tasavvuf düşmanı’ silahını bize hemen doğrultmasınlar, biraz bekleyin.

#Tasavvuf
#İslam
#Fıkıh