Önceki bir yazımızda özetle şöyle demiştik: Müslümanlar Allah’ın emri olan ‘güç hazırlamayı’ ve buna bağlı olarak da bilimi, kevnî ayetleri okumayı bırakınca; ikinci olarak da fırkalara, devletçiklere ayrılarak kalan güçlerini de birbirlerine karşı kullanınca üst üste travmalar yaşadılar ve bu travmaların sonucunda uyanmaya başladılar ama artık ne yapacaklarını da bilemiyorlardı. Bazıları faturayı, bugün de olduğu gibi fıkha, ardından bazıları da hadislere/sünnete kesti ve bunları devreden çıkardılar.
Önceki bir yazımızda özetle şöyle demiştik: Müslümanlar Allah’ın emri olan ‘güç hazırlamayı’ ve buna bağlı olarak da bilimi, kevnî ayetleri okumayı bırakınca; ikinci olarak da fırkalara, devletçiklere ayrılarak kalan güçlerini de birbirlerine karşı kullanınca üst üste travmalar yaşadılar ve bu travmaların sonucunda uyanmaya başladılar ama artık ne yapacaklarını da bilemiyorlardı. Bazıları faturayı, bugün de olduğu gibi fıkha, ardından bazıları da hadislere/sünnete kesti ve bunları devreden çıkardılar. Bunun sadra şifa olmadığını gören diğer bazıları ise
Kuranıkerim’de de ilerlememizi engelleyen ayetler var. Bunların Allah’ın ayeti olmadığını söyleyemeyeceğimize göre, bunları tarihsel kabul edip, sadece indikleri zamana ve o insanlara hitap ediyor deriz ve meseleyi çözeriz dediler.
Oysa bunun bir sınırı yoktu ve nerede duracağı belli değildi. Onun için bu anlayış diğer bazılarına ağır geldi ve tarihsellik diye bir şey yok, o problem teşkil eden ayetleri önceki müfessirler yanlış anlamışlar, onları yeniden yorumlamalıyız. Mesela darp, vurma demek değildir gibi baîd tevillere saptılar. Niyetlerini okuyamayacağımıza göre bunların hepsini hüsnüniyetle müslümanları düştükleri vartadan kurtarma çabaları olarak görebiliriz. Ne var ki, meseleye ciddiyetle eğilenler bunların çok azim sonuçlarının olduğunu da görürler. Bu meseleye tekrar şunun için döndüm. Kuranıkerim çalışmalarımızda dersimiz bir ayeti kerimeye geldi ki, konuyla ilişkisini fark edemezdik. Bana ilginç geldiği için merak edenler de bilsinler istedim.
Mekke’nin ilk yıllarında müşrikler müminlere her türlü hakareti yapmaktadırlar. Ama Allah muhtemelen bir taktik icabı müslümanların onlara fiili karşılık vermelerini, onlarla vuruşmalarını yasaklamıştı. Sinirlerine hâkim olamayanlar çıkmaya başlayınca da elçisine şu uyarıda bulundu.
‘
Müminlere söyle, Allah’ın haber verdiği günlerin geleceğine ihtimal vermeyen bu adamları bağışlasınlar, çünkü Allah her topluluğa kendi yaptıklarıyla karşılık verecektir
’ (Casiye 14).
Yani o saldırganları bağışlasınlar, duymazlıktan gelsinler, karşılık vermesinler demek isteniyordu.
Bu emirle onların bu saldırılara sabretmeleri istendi. Oysa bu durumun sürekli böyle kabul edilmesi ne hukuka ne de vicdana sığar.
Nihayet müslümanlar güçlendi, küresel güç oldular, bu sebeple de müfessirlerin çoğu bu ayeti mensuh, yani savaş ayetleriyle hükmü kaldırılmış olarak gördüler. Hatta Taberi bu konuda icma olduğunu bile söyledi. Çünkü müslümanlar güçlendikten sonra saldırganlara cevap vermemelerinin makul bir izahı olamazdı.
Bir ayeti mensuh sayma da tarihselliğe benzetilebilir. Ama aralarında şöyle derin bir fark vardır: Mensuhtur diyenler, anlamları uzlaştırılamayacak başka bir ayetin onun yerini aldığını söylerler. Tarihselciler ise önceki ayeti kendi içtihatlarıyla hükümsüz kılarlar.
Hâsılı müslümanların sonradan elde ettikleri bu güçlülük halinin hep böyle kalacağı varsayılmış olmalıdır ki, mesele nesihle halledildi.
Çünkü o günlerin tekrar geri gelebileceği, müslümanların tekrar zayıf ve mağdur olabilecekleri muhtemelen hayal bile edilmemişti. Oysa bugün dünyada başlangıçtaki o mağlubiyet ve hakaret günlerini yaşayan pek çok İslam toplumu ya da azınlığı var. O halde böyle ayetlere mensuh diye bakmak yerine, hükmünün o günkü şartlara ait olduğunu ve aynı şartların yaşanması halinde tekrar aynı hükmün avdet edeceğini söylemek daha isabetli olur. Tarihselciler de buna kendilerini destekleyen bir örnek olarak bakabilirler. Oysa bunun tarihselcilikle de alakası yoktur. Hükümlerin şartlara göre düşünülmesinden ibarettir. Müfessirleri de meseleyi nesihle anlatmaya götüren sebep, ayeti nüzul sebebiyle sınırlı olarak anlamaları olabilir. Oysa o özel sebepleri hesaba katmadığımızda ayetten şöyle genel bir anlam çıkabilir:
Müminler ahirete iman etmeyenleri cezalandırmaya kalkmasınlar, onlar bu suçun cezasını bilemezler. Onu ancak Allah bilir ve zamanı geldiğinde de verir. Ya da zayıf oldukları anlarında ihkak-ı hakta bulunmasınlar. Görüldüğü gibi bunlar her zaman geçerli hükümlerdir. O halde burada nesih olmadığı gibi, tarihselciliğe sığınmayı gerektirecek bir durum da yoktur. Aksine bu yorumu yapanları böyle düşünmeye zorlayan şey, kendilerinin yaşadıkları tarihselliktir. Yani tarihsel olan ayet değil onu yorumlayanların yaşadıkları haldir.
#Mekke
#Müslüman
#Mümin
#Mensuh