Namaz sonrası zikirler de tespih ve tevhidi anlatır

04:004/12/2020, Cuma
G: 3/12/2020, Perşembe
Faruk Beşer

Bir önceki yazımızda namaz esnasındaki fiil ve kıraatlerin tespih ve tevhitle ilişkisini anlatmaya çalıştık.Namaz tevhidin adeta somutlaşmış hali olduğu için, namazdaki her söz ve eylem aslında hep mabud ve rab olarak Allah’ın ‘bir’ ve ‘tek başına’ olduğunu anlatır. Demek ki kulun ayağının kayabileceği asıl kaygan zemin burasıdır.Allah’a has kılınması gereken alana nefsin ya da başkalarının karıştırılması Allah’ın asla kabul etmeyeceği bir şeydir.Eğer kul bu konuda net ve şaibesiz bir inanca sahip

Bir önceki yazımızda namaz esnasındaki fiil ve kıraatlerin tespih ve tevhitle ilişkisini anlatmaya çalıştık.

Namaz tevhidin adeta somutlaşmış hali olduğu için, namazdaki her söz ve eylem aslında hep mabud ve rab olarak Allah’ın ‘bir’ ve ‘tek başına’ olduğunu anlatır. Demek ki kulun ayağının kayabileceği asıl kaygan zemin burasıdır.
Allah’a has kılınması gereken alana nefsin ya da başkalarının karıştırılması Allah’ın asla kabul etmeyeceği bir şeydir.
Eğer kul bu konuda net ve şaibesiz bir inanca sahip olursa amellerindeki eksiklikler ve hatalar bağışlanabilir ama bu hatası bağışlanmaz. Çünkü kulun imanını berrak kılması herhangi bir amel gibi yapılma zorluğu olan bir iş değildir, bir bilinç meselesidir, bunun için sağlam bilgi ve iman yeterlidir. Bu seviyeyi ve bu bilinci de her kul kazanabilir, kazanmalıdır. Çünkü kulluğun aslı esası budur.

‘Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, bunun aşağısını dilediği kimselerden affeder. Kim Allah’a şirk koşarsa çok büyük bir günahı iftira ederek yapmış olur’ (4/Nisa, 48).

Bu ayet en büyük günahın şirk olduğunu, şirk işlemeden ölenin ne kadar büyük günahı bulunursa bulunsun, cehennemde ebedi kalmayacağını anlatır.
Allah’ın hiç affetmeyeceği müşrik, şirk üzere ölendir. Müşrik olduğu halde tövbe edip şirkinden vazgeçen tabii ki, affolur. Ayrıca ayetin aslındaki ‘bunun aşağısı’ diye çevirdiğimiz ‘ma-dûn’ kelimesi şirkin dışındaki bütün günahların şirke göre küçük olduğuna işaret eder.

Burada şu hassas noktayı da bilmemiz gerekir: Açıkça Allah’tan başka mabutlar tanımakla yapılan asıl ve itikadî şirkle, amellerine şirki hissettirecek şeyler bulaştırmak anlamındaki mecazi şirk farklıdır. Birincisini yapan, işte o asla affedilmeyecek olan tam müşriktir. İkinci ise ona götürmesi muhtemel sapmalar olduğu için tehlikelidir ama sahibine müşrik denmeyebilir. Mesela riya böyle bir şirk belirtisidir, ama bir adam namazını gösteriş yaparak kıldığı için bu adam müşriktir diyemeyiz. Müşrik dediğimizde onunla ilgili dünya kadar hüküm devreye girer. Belki ona şirk mikrobu bulaşmıştır, bunu dezenfekte etmezse bu mikrop nihayetinde onu şirke götürebilir, dikkatli olmak gerekir denebilir. Selefi kardeşlerimizin çoğu zaman hata yapıp herkesi müşrik saydıkları nokta burasıdır. Ama bu mecazi şirk de önemsizdir denemez, bu da bazen çok ileri ve tehlikeli boyutlara varabilir. Üniversitede öğrenci iken bir arkadaşımın her namaza kalktığında gözlerini kapayarak başını kalbine doğru eğip bir süre beklediğini görmüş ve niçin böyle yaptığını sormuştum. Namaza başlarken önce mürşidimizin suretini düşünüp ona rabıta yaparsak o namaz için bizi Allah’a hazırlar demişti. O zaman bile bunu makul bulmamıştım ama bir cevap da verememiştim. Oysa bu akide mecazi şirkin asıl şirke tam temas ettiği bir noktadır ve tehlikelidir.

Namaz sonraki zikirler de hep Allah’ı tespih ve tevhitle ilgilidir.

‘Allah’ım, sen Selam’sın selamet sadece sendendir’ diyerek namazdan çıkar çıkmaz üç defa ‘esteğfirullah’ deriz ve namazdaki ihmal ve kusurlarımız için de O’ndan bağışlanma dileriz.

‘Ayet’el-kürsi’yi okuruz. Her şeyin O’nunla kaim olduğunu ve hiç kimsenin kimseye O izin vermeden bir şey yapamayacağını itiraf ederiz.

Tespihlere geçer ve bu namazımızla O’na hakkıyla kulluk etmiş olmadığımızın itirafı olarak 33’er defa O’nu tespih eder, hamdin sadece O’nun hakkı olduğunu söyler ve O’nun bizim anlayıp anlatabildiğimizden de çok büyük olduğunu ifade ederiz.

Sabah ve akşam namazlarının ardından 10’ar defa, diğer namazların ardından birer defa ‘lailahe illellahu vahdehu la-şerike leh…’ deriz
ve O’nun bütün tasarruflarında tek başına olduğunu, O’ndan başka mabut bulunmadığını, hiçbir ortağının olmadığını, her türlü mülkün/egemenliğin sadece O’nun olduğunu, o halde hamdin ve teşekkürün de O’nun hakkı olduğunu, yaşatanın da öldürenin de O olduğunu zihnimize kazıyacak şekilde tekrarlarız.

Resulüllah’ın (sa) sabah namazının sünnetinde, akşamın farzında çoğu zaman ‘Kâfirûn’ ve ‘İhlas’ surelerini okumuş olması da bu açıdan anlamlıdır. Bu iki sure iki ihlas suresi olarak bilinir. İhlas yani dinin sadece Allah’a has kılınması demek. Sabah bu bilinçle başlayıp günü bu bilinçle kapatmak için. Resulüllah’ın Vitir namazında ‘Sebbih-isme’ suresi ile bu iki sureyi okumuş olması da geceyi böyle başlatmak içindir. Vitirde okuduğumuz dualar da vurgu ile bize hep bunları söyler.

Demek ki, çoğu zaman tam düşünmeden kıldığımız namazın ‘dosdoğru’ kılınmış, yani ikamet edilmiş olabilmesi için bu bilinçle kılınması gerekir.

#Namaz