Mesele sadece FETÖ meselesi değil, anlamadınız mı?

04:0021/07/2017, Cuma
G: 17/09/2019, Salı
Faruk Beşer

Bu adi darbe teşebbüsünü yapanlara karşı devletin gösterdiği refleks abartılı görülebilir. Gerçekten de bizim içimizden çıkan, öyle ya da böyle bizden olan bir girişimi bu kadar büyütmek, düşmanı olduğundan fazla görmek sayılabilir. Ama anlaşılan o ki, mesele bir FETÖ meselesi değil. O sadece bir maşadan ibaret. Mesele gerçek anlamda ‘ya olacağız, ya öleceğiz’ meselesi.Bu ifade bana bir hikâyenin sözlerini hatırlattı. Vaktiyle savaş meydanında toplanan iki düşman askerin komutanları, âdet olduğu

Bu adi darbe teşebbüsünü yapanlara karşı devletin gösterdiği refleks abartılı görülebilir. Gerçekten de bizim içimizden çıkan, öyle ya da böyle bizden olan bir girişimi bu kadar büyütmek, düşmanı olduğundan fazla görmek sayılabilir. Ama anlaşılan o ki, mesele bir FETÖ meselesi değil. O sadece bir maşadan ibaret. Mesele gerçek anlamda ‘ya olacağız, ya öleceğiz’ meselesi.


Bu ifade bana bir hikâyenin sözlerini hatırlattı. Vaktiyle savaş meydanında toplanan iki düşman askerin komutanları, âdet olduğu üzere savaş öncesi teke tek mübarezeye çıkmışlar, ama bir sürü peşreve rağmen hiç biri öbürüne ilk hamleyi yapamıyormuş. Nihayet birisi haykırmış; ne korkuyorsun, yap hamleni, ya sen beni öldürürsün, ya ben seni, demiş. Ve diğeri hemen saldırıyı başlatmış, kısa bir süre sonra da bu meydan okuyanı öldürmüş. Onun bu sözü üzerine hamle yapmasını da şöyle izah etmiş: Kişinin diline ilk gelen, olacak olandır. Düşmanım, ilk olarak ‘ya sen beni öldürürsün…’ diye söze başlayınca ben sonucun bu olacağını anladım ve hamle yaptım.

Şimdi biz de ‘
ya olacağız, ya öleceğiz
’ ifadesiyle böyle bir hüsnü tefe’ul edebiliriz. İlk söylenene bakılırsa olacağız, ölmeyeceğiz. Bunun için direnmekten başka çare yok. Bu sebeple düşman, meseleyi Türkiye’nin büyümesi ve güçlenmesi meselesi olarak değil, Tayyip Erdoğan meselesi olarak göstermeye çalışıyor. Çünkü bu hızlı yükseliş onunla başladı. Güçlüyüz, büyüğüz, daha büyük olacağız, İslam dünyasını ayağa kaldıracağız, silahımızı kendimiz yapacağız, vatandaşlarımız dünya genelinde onurlu ve saygın olacak, ezilmişlere yardım eli uzatacağız, biz büyük bir medeniyetin devamıyız dedi. Bu dik duruş, İslam dünyasında da gerçekten öyle miyiz diye kıpırdanmaların başlamasına sebep oldu.

Üç yüz yıldır hasta adam sayılan Osmanlı'nın kendine gelme emareleri, artık sadece emare olmaktan çıktı. Nakavt oldu sayılan boksör, hakem dokuz, on… derken kalkıp maça devam edeceğini söyledi.

Medeniyet üzerine tezler üretenler, mesela Fukuyama 1970’lerde İslam Medeniyeti'ni ölü medeniyetlerden sayarken, daha sonra canlı medeniyetler listesine aldı. Huntington 1990’ın başlarında bu medeniyetin asıl havzalarından biri olan Türkiye’yi medeniyetler skalasında bölünmüş ve kararsız ülkeler sınıfında gösterirken ancak canlılığının arttığına ve bir yol ayırımında olduğuna da işaret ediyordu. Türkiye kendisini laik bir ülke olarak tanımladığı sürece İslam ülkelerinin liderliğine oynayamaz diyor ve bu durumun bozulmasında kendileri adına ufukta gözüken tehlikeleri anlatırken âdeta Ak Parti iktidarına işaret ediyordu.

Bu öngörüler üzerine planlar yapıldı. Planlayıcıların başında ABD, İsrail ve İngiltere vardı. Almanya ve Fransa gibi ülkeler de biz de varız diye ranta ortak olmaya çabalıyordu. Mesele sadece bir petrol meselesi değildi. Çünkü hiç bir doğal zenginliği olmayan bir İslam birliği bile Batı'nın kalbini hoplatmaya yeter. Ortada bir ‘Vadedilen Topraklar’ ütopyası da vardı ve Ortadoğu’da İsrail’e tehdit oluşturacak güçlü bir devlet bulunmamalıydı. Bu sebeple önce Irak’ı yakıp yıktılar, talan ettiler. Tarihini kaçırdılar, bilim adamlarını öldürdüler ya da göçe zorladılar. İslam dünyasını kendi içinde birbiriyle uğraşır hale getirmek için İran’ı dolaylı olarak güçlendirdiler. Irak’ı bilerek İran’a teslim ettiler. Böylece bir Şii-Sünni çatışmasının dinamiklerini de hazırladılar. DAİŞ’i kurdular ve bir taşla birkaç kuş vurmayı hedeflediler ve bir ölçüde başarılı oldular.

Bu genel uyanışın sonucu olan Arap Baharı'nı kontrolleri altına aldılar. Mısır’da demokratik yollarla iktidara gelen bir lidere darbe yaptılar ve idamla yargılanmak üzere hapse attırdılar. Demokratik yolla kazanan İhvan onları, Mısır’daki demokrasiyi reddeden Cihat hareketinden daha çok korkuttu ve onu değil de İhvan'ı terör örgütü ilan ettiler. Bununla da diğerlerine ve özellikle Türkiye’ye gözdağı verdiler. Suriye’yi altı yıldır vuruyorlar. İran yorulunca ABD devreye giriyor, o yorulunca da Rusya manivelayı eline alıyor. Yıkma süreci on yıl sürerse, elli yılda ayağa kalkamaz ve bir altmış yıl kazanırız diye hesap yapıyorlar.

Bulanık suda balık avlamak isteyen İsrail, durumun vahametinden istifade ederek dokuz yüz yıl aradan sonra ilk kez Kudüs’te Cuma namazı kılınmasını yasakladı.

Bunları herkes biliyor, ancak Türkiye üzerine çullanmalarının sebebinin de bunlar olduğunu anlamak istemeyenler var. Ayağa kalkmak isterseniz başınıza vuruyorlar, ille kalkacağım diyorsanız, reisiniz dikleniyor, diktatörleşiyor diye içte de vaveyla koparıyorlar.

İşte yapılan bütün operasyonlar hep bu dirilişi önlemek içindir ve FETÖ bunun maşalarından sadece biridir.

Peki, Tayyip Erdoğan’ın yerinde bir başkasının olduğunu düşünelim; ya bu küresel sistemin arzularına boyun eğip, onların çizdikleri sınırlarda kalarak iktidarını sürdürecek, yani yok olacağız, ya da ülkesini, milletini, medeniyetini hesaba katarak, biz de yaparız ederiz diyecek ve bunu sürdürürse sonuçta o da diktatör ilan edilecek. Böyle bir meskenete razı olma, biz başımızı kaldırmayalım da, kimse de bizi tehdit görmesin demekle eş anlamlıdır.

Evet, ya olacağız, ya öleceğiz. Neden olmak için ısrar etmeyelim?

#FETÖ
#Darbe
#Batı