Geçenlerde Ömer Lekesiz ve arkasından Mehmet Göktaş Samirî kıssasının farklı iki yönüne işaret ettiler. Ömer Lekesiz meselenin sanatla ilginç bir alakasını kurdu ve sanatın suiistimal edildiğinde saptırıcı olabileceğine işaret etti. Mehmet Göktaş da Samirî’nin Hz. Musa ile beraberliğine ve bunca mucizeyi görmesine rağmen iman etmemesini, imanın ilahi inayetle alakasıyla ilişkilendirdi. Kısaca Firavun'un yanında Âsiye iman edebilir de Musa’nın (sa) yanında Samirî iman etmeyebilir.İkisi de güzel tespitlerdi.Bunları
Geçenlerde Ömer Lekesiz ve arkasından Mehmet Göktaş Samirî kıssasının farklı iki yönüne işaret ettiler. Ömer Lekesiz meselenin sanatla ilginç bir alakasını kurdu ve sanatın suiistimal edildiğinde saptırıcı olabileceğine işaret etti. Mehmet Göktaş da Samirî’nin Hz. Musa ile beraberliğine ve bunca mucizeyi görmesine rağmen iman etmemesini, imanın ilahi inayetle alakasıyla ilişkilendirdi. Kısaca Firavun'un yanında Âsiye iman edebilir de Musa’nın (sa) yanında Samirî iman etmeyebilir.
İkisi de güzel tespitlerdi.
Bunları okuyunca ben de olayın aslı ile ilgili yaygın bir yanılgıya işaret ederek meseleye katkıda bulunmak istedim. Bize Kur’an-ı Kerim’in anlattığı olay şudur: Hz. Musa İsrail oğullarını Firavun'un zulmünden kaçırıp Mısır’dan çıkarır. Tûr Dağı eteklerinde kardeşi Harun’u (as) başlarına gözetmen olarak bırakıp (yetmiş temsilci) ile birlikte Allah’ın vahyini almak üzere Tûr’a çıkar. Tahmin ettikleri otuz günlük süreyi Allah (cc) kırka çıkarınca geride kalanların içinde bulunan Samirî bunu fırsat bilip İsrail oğullarının Mısır’dan çıkarken borç aldıkları altınları, (artık ödeme imkânı kalmadığı gerekçesiyle) attırır, atılan altınları alıp eritir ve bir buzağı haline getirir. Buzağıya can verdiğine inandırmak için maharetini kullanarak onu, içine hava girdiğinde böğürtü çıkaran bir özellikte yapar ve
aslında Musa’nın da sizin de ilahınız bu idi ama Musa bunu unutup başka ilah aramaya gitti”
diyerek İsrail oğullarını kandırır ve buzağıya taptırarak yoldan çıkarır.
Musa (as) dönüp manzarayı görünce çok kızar öyle ki, vahiy levhalarını elinden fırlatır, kardeşi Harun’u, bu duruma engel olmadığı için sakalından tutup azarlar, Samirî’ye de bunu neden yaptığını sorar, o da “ben onların görmediği bir şeyi gördüm ve
bir tutam alıp (eriyiğin içine) attım” diye bir savunma yapar.
Buraya kadar anlatılanlar Kur’an-ı Kerim’in söylediklerinin özetidir. Ama olayı detaylandırma sadedinde bizim tefsircilerimiz boşlukları inanılması zor hikayelerle doldururlar. Bu eklemelerin özeti de şudur: Samirî denen adamın adı da bir rivayete göre Musa idi. Hz. Musa ile yaştaştı. Firavun’un erkek çocuklarını öldürdüğü günlerde onu da babası öldürülmekten kurtarmak için bir mağaraya bırakmıştı. Cebrail orada onu balla sütle besledi ve büyüttü. Bu sebeple Cebrail’le bir tanışıklığı vardı ve diğerleri göremediği halde o Cebrail’i gördü. Elçi dediği o idi. Onun atının izinden bir tutam toprak alıp eriyiğin içine attı. Yaptığı buzağı bunun sihirli etkisiyle canlı gibi böğüren bir buzağı oldu. Yani Samirî Cebrail sayesinde böyle bir keramet gösterdi.
Kıssanın özetini verdiğimiz bu asılsız ilaveleri Taberî dahil, ona kadar hemen bütün tefsirlerde detaylıca ve varmış gibi anlatılır.
Ama Matüridî’nin aklı bunu kabullenemez
ve bu ilavelerin zayıf da olsa hiçbir delilinin bulunmadığını, dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’in anlattığı kadarına inanmanın ötesinde bir şey yapılamayacağını söyleyerek meseleyi bir iman meselesi yapar ve kapatır. Fakat anlaşılamayan bir şeyin neden anlatıldığını da izah etmez.
Ardından tefsirler yine bu hikâyelere dönüp söylenenleri aynen tekrarlar.
Bunları tarihi sırayla okuduğumda ben de bunu anlayamayacağıma, Matüridî gibi iman edip geçmemiz gerektiğine karar verdim. Ama bu da Kur’an-ı Kerim’in anlaşılır olduğu gerçeğine aykırı idi, bu sebeple de içim rahat etmedi ve tarihi okumayı sürdürdüm. Mevdudî’ye geldiğimde onun, işin püf noktasını yakaladığını gördüm ve sevindim. Kısaca Samirî’nin anlattıkları yalandan ibaretti, ortada ne Cebrail ne de onunla ilgili olarak anlatılan olağanüstü bir keramet vardı. Ayette geçen elçi de Cebrail değildi, onun atı ve atının izi bir yakıştırmaydı. Samirî olaya olağanüstülük süsü vermek ve inandırıcı olabilmek için elçi ile muhtemelen Hz. Musa’yı ve onun şeriatının izlerini kastetmişti. Söyledikleri en baştaki yalanının devamıydı. Çünkü olayı anlatan ayetler onun,
“Musa’nın da sizin de ilahınız buydu”
yalanını, zaten en başta zikrediyordu, demek ki, yalanı bu anlattıkları ile hala devam ediyordu.
Ayrıca bu olay sebebiyle iki noktaya daha işaret edebiliriz: Yahudilerin geçmişlerinde ineği kutsama gibi bozuk bir akideleri vardı ve Samirî ona istinaden putunu buzağı şeklinde yaptı.
İkinci olarak bu olay Yahudilerin başından beri altın/para düşkünlüğüne işaret eder
ve sonradan da muhtemelen bunun için ve sürekli sürülmeleri sebebiyle yatırımlarını taşınabilir olan şeylere yapmışlar, böylelikle bankacılığın da kurucusu olmuşlardır.
#Ömer Lekesiz
#Mehmet Göktaş
#Hz. Musa