Gençlik yıllarımızda bir hocamızdan Multeka adlı fıkıh kitabını okumuştuk. O zamanki anlayışımızla fıkıh kitaplarında söylenen her şeyin sabit din olduğunu sanıyor ve oradaki bazı görüşlerin bugün nasıl uygulanabileceğini düşününce bocalıyorduk.Sonra fıkıh denen bilginin ne olduğunu bir nebze anlayınca meselenin tamamen bugünkü hukukçuların görüşleriyle kanunlar arasındaki ilişki gibi olduğunu fark ettik.Yani hukukçular yüzlerce görüş ortaya koyarlar, bunların hepsi uygulanmak için değildir, onların
Gençlik yıllarımızda bir hocamızdan Multeka adlı fıkıh kitabını okumuştuk. O zamanki anlayışımızla fıkıh kitaplarında söylenen her şeyin sabit din olduğunu sanıyor ve oradaki bazı görüşlerin bugün nasıl uygulanabileceğini düşününce bocalıyorduk.
Sonra fıkıh denen bilginin ne olduğunu bir nebze anlayınca meselenin tamamen bugünkü hukukçuların görüşleriyle kanunlar arasındaki ilişki gibi olduğunu fark ettik.
Yani hukukçular yüzlerce görüş ortaya koyarlar, bunların hepsi uygulanmak için değildir, onların bazılarının seçilip uyulması gereken kanun formuna konulması ayrı bir sürecin işidir. O bizde de vardır ve biz ona kaza diyoruz.
Garbın Hafızı İbn Abdilber, meşhur sahabî Muaz bin Cebel’in şu sözünü nakleder:
‘Ey insanlar! Şu üç mesele hakkındaki hal çarenizi söyleyin bakalım:
Boğuşacağınız bir dünyalık, âlimlerin hataları, münafığın Kuranıkerim’i kullanarak tartışması? Sustular. Sonra kendisi cevap verdi: Âlim hidayet üzere olsa bile siz dininizi onu taklit ederek yaşamayın, sürçtüğü olursa da onu defterden silmeyin. Çünkü mümin hata edebilir ama sonra tövbe eder.
Kuranıkerim’e gelince, onun herkesin görebileceği yol lambaları gibi nurları vardır. Ondan iyi anladıklarınız olursa onları artık kimseye sormayın.
Tereddüt ettiklerinizi bilen bir âlime sorun. Dünyalığa gelince, Allah kimin kalbine ondan doyum vermişse kurtulacak olan odur. Böyle değilse dünyalığı ona fayda vermez’. Bugünkü meal uleması bundan kendine bir pay çıkarmamalıdır. Çünkü meal ile Kuranıkerim’den sadece o meali yapanın anladığı düzeyde bir malumat alınabilir, ondan hüküm çıkarılamaz.
İbn Abdilber sonra da İbn Abbas’ın şu sözünü nakleder:
‘Âlimler de hata ederler, onları körü körüne taklit edenlerin vay haline!
Nasıl yani, dediler. Âlim bir görüşe varır, sonra Resulüllah’tan duyduğu bir delille bu görüşünün hata olduğunu anlayıp ondan döner. Ama ona uymuş olan o hatada devam eder’ dedi. (Camiu beyanil ilm).
İbn Abdilber o meşhur kitabında taklit ile ittiba’ı birbirinden ayırır:
İttiba/tabi olma, birisinin görüşünü inceleyip doğru bulduğu için ona uyma demektir. Taklit ise neden öyle dediğini anlamadan onu izleme ve hatalı olduğu söylense, hatta bunu kendisi anlasa bile ondan başkasını kabul etmemedir. Dinde böyle bir tutum haramdır.
Şah Veliyyullah’ın dediği gibi,
‘günah işlemekten masun olmayan kişilerin taklidi dinin tahrifine sebep olur’.
Bunu kör taklit diye anlamalıyız.
Özellikle dini anlama ve anlatma durumunda olan talebe-i ulûm ve müderrisler için taklit ruhundan kurtulmak, anlamak için çok önemlidir.
Aksi takdirde insan hiçbir zaman kapasitesi derecesinde anlayamaz, gelebileceği yere gelemez ve ilim sahibi olamaz. Ulemaya başkaldırı hadsizliği ve ukalalığı ile neden öyle söylemişler, bunu ben de anlamalıyım tavrı farklı şeylerdir. Bu ikincisi olmadan ilme ulaşmak mümkün değildir. Gazali ilmin şüphe etmek ve soru sormakla başlayacağını söyler.
Munkiz adlı kitabında ‘ne zaman ki, taklit bağlarından çözüldüm ve ben de anlayabilirim demeye başladım, işte o zaman anladım’ der
ve kitapta baştan sona bunun hikâyesini anlatır.
Bu durumu haddini bilmezlikle karıştırmamak gerekir.
Âlimler sultanı, ‘Sultanü’l-ulema’ diye bilinen İzz bin Abdisselam da Gazali’den yüz elli yıl sonra benzer şeyler söyler:
‘İbn Kudame’nin Muğni adlı eseri ile İbn Hazm’ın Muhalla adlı eserini okuyuncaya kadar taklitten ve görüş bildirme korkusundan kurtulamadım.
Ne zaman ki, bu iki kitabı okudum, cesaretim geldi ve artık taklitten kurtulup anlamaya başladım’ der. Din ilimleri tedrisinde bu durum çok önemlidir.
Eblehlik ifratı ile had bilmezlik tefriti arasındaki dengeyi kurmak gerekir. Aksi takdirde ya bizim oğlan sürekli bina okur, ya da Buhari de kim, Ebu Hanife de kim! Deme küstahlığına düşülür.
Mukallit olmakla suçlanan İbn Abidin Ebu Hanife’nin şu sözünü nakleder: ‘Bir yerde sahih hadis varsa benim mezhebim odur. Hiç kimsenin neye dayanarak öyle söylediğimizi bilmeden bizim görüşümüzü almasını helal etmiyorum. Çünkü biz de beşeriz, bugün bir görüşe varır, yarın ondan dönebiliriz’ der. Burada Ebu Hanife’nin sahih hadisle amel etme şartlarını da bilmek gerekir. Bir hadisin sahih olması, tek başına onunla amel edilebilmesi için yeterli değildir.
Kuranıkerim ve Sünnet bütünlüğünden anlaşılan genel kurallar vardır. Ebu Hanife bu kurallara/kıyasa aykırı haber-i vahid ile amel edilemeyeceğini söyler
. Bunu anlatmıştık, ileriki günlerde çok ilginç bir örnekle bir kez daha anlatacağız.
#Multeka
#İbn Abdilber
#Muaz bin Cebel
#Taklit