İki önemli gerileme sebebi: Ümera ve Ulema

04:006/08/2017, Pazar
G: 17/09/2019, Salı
Faruk Beşer

Müslümanların tarihi hep birlik olup ilerleme, parçalanıp gerileme sürecidir.Soru şu: Parçalanmanın kötülüğünü ve gerileme sebebi olduğunu herkes bildiği halde neden yine de parçalanmalar önlenemedi, önlenemiyor? Bu sorunun cevabı bizi, Âdem babamızın çocuklarına kadar geri götürür. Onlar topu topu üç beş kişi iken ve bütün dünya da onların iken biri diğerini öldürdü. O halde ilk fitillemeyi insanoğlunun içindeki şer güçler yapıyor. Bunlar insanın içine imtihan maksadıyla konan ve eğitilmesi gereken

M
üslümanların tarihi hep birlik olup ilerleme, parçalanıp gerileme sürecidir.

Soru şu: Parçalanmanın kötülüğünü ve gerileme sebebi olduğunu herkes bildiği halde neden yine de parçalanmalar önlenemedi, önlenemiyor? Bu sorunun cevabı bizi, Âdem babamızın çocuklarına kadar geri götürür. Onlar topu topu üç beş kişi iken ve bütün dünya da onların iken biri diğerini öldürdü. O halde ilk fitillemeyi insanoğlunun içindeki şer güçler yapıyor. Bunlar insanın içine imtihan maksadıyla konan ve eğitilmesi gereken duygulardır diye anlamaktan başka çaremiz de yok.


Allah kulunun kötülük yapmasını istemez ama ona hem iyilik hem kötülük yapabilme kabiliyeti vermiş, kötülük yapmaması konusunda onu uyarmış. Habil’in ve Kabil’in ABD ve İsrail gibi dış güçleri yoktu, o halde Kabil’i saldırıya sevk eden güç, sadece nefsinin haksız arzuları ve şeytandı. Ama ona bunlarla baş edebilecek karşı güçler de verilmişti, akıl ve vicdan/vahiy. Buna rağmen Kabil kötüyü seçti ve bütün beniâdeme ibret ve ders olacak o cinayeti işledi ve sanki bütün insanlara, sizin mayanızda bunlar vardır, dikkatli olun denmiş oldu.

Resulüllah’ın bir vasfı ‘
müzekki’
idi, yani o inananların kötü duygularını eğitiyordu, onun zamanında şeytan ve nefis konsorsiyumu boş durmasa bile galip gelemedi ama onun hemen ardından Kabiller tekrar sahneye çıktılar. Muaviye ile birlikte (Allah onu affetsin) yönetim, Efendimiz'in ifadesiyle ‘
mülken adûden
’, yani ısırıcı/ezici bir krallığa/monarşiye dönüştü. ‘
Müslümanların işleri hep şura iledir
’ anlamındaki ayetin etkisi yavaş yavaş azaldı, sonra da bu birincil kuralı Müslümanlar hiçbir zaman bağlayıcı bir kurum haline getiremediler. Yönetimi bir şekilde ele geçirenler bunu bir daha kaptırmak istemedi. Aksine bozulma ve geri gitme kurumsal hale getirildi. Kısaca balık baştan kokmaya başladı. Buna rağmen, kendilerine ‘
emirul-müminin
’ dense de bazı krallarda, yine Efendimiz'in ifadeleriyle, kötü şeylerin yanında iyi şeyler de görülmedi değil. Ama bunlar asıl rengi değiştiremedi.
Ulema bu bozulmaya bir süre karşı koydu, direndi, buna karşılık maddi-manevi acılar çekenleri oldu. Ebu Hanife’den sonra Ahmet bin Hanbel bu acıların sembol ismi haline geldi. Ama bütün bir devlet yapılanması, karşı konulamaz ve eleştirilemez şekilde oluşturulunca âlimlerin direnci kırıldı ve ‘
eğrilik görürseniz kılıcınızla doğrultun
’ prensibi, ‘
kim olursa olsun, dinleyin ve itaat edin
’ edebiyatına dönüştü. Aslında bunların her ikisi de yerinde ve zamanında doğru prensiplerdir ki, özeti ‘
yönetenlerin yanlışına karşı çıkın, yanlışları yoksa itaat edin
’ demektir.

Durum böyle olunca devlet yapılanmasıyla ilgili fıkıh, ya da yönetim fıkhı geliştirilemedi. Müslümanların emiri nasıl seçilecek, nasıl denetlenecek, gerekirse nasıl azledilecek gibi meseleler hep cılız söylemler olarak kaldı, kurumlaşamadı. Toplumun sosyal dayanışmasını ve arkasından sosyal güvenliğini tesis edecek olan zekât müessesesi bile, Hz. Ömer’den sonra resmi boyutuyla hiçbir zaman kurumlaşamadı.

Bilinen bir husustur ki, İslam belli bir devlet şekli önermemiş, bunu zamana ve zemine göre âlimlere ve yöneticilere bırakmıştır. Tek başına yöneticiler bunun üstesinden gelemezdi. Çünkü güç, hep kendinden yana yontar. İktidar kadar elde edilince artık bırakılmak istenmeyen bir başka güç yoktur. Bunu yapacak olan âlimlerdi, ama âlimler bu sahaya yaklaştırılmadı, yaklaşamadı. Ulema mı ümerayı hizaya getiremedi, ümera mı ulemaya imkân vermedi, bu durum yumurta tavuk hikâyesi gibidir. Ama bozulmanın ümera ve ulema ile başladığında şüphe yoktur. Bize göre ümera birinci sebeptir. Resulüllah’ın toplumunun salahı onunla başlamıştı. O hem ümerayı, hem ulemayı temsil ediyordu.

Kuranıkerim’in yönetimle ilgili belirlediği dört temel unsur şunlardan ibarettir:
Şûra, adalet, işi ehline verme ve bu meşruiyet sınırlarında kalan ulü’l-emre itaat.
Bunların hepsinin müdahale edilemez tarzda kurumlaşmış olması gerekirdi. Çünkü yönetimde esas olan bu umdelerin gerçekleştirilmesidir. Kurumsal yapılanma, yani devletin şekli ise zamana ve şartlara göre belirlenir. Bu umdeleri gerçekleştirebilecek yapılanma varsa artık yönetimin krallık, ya da başka bir şey olması önemli değildir.

Peki, bütün bu ilkeler neden kurumlaştırılıp sabitlenemedi, neden böyle bir yönetim geleneği oluşturulamadı, meselesinin elbette yan cevapları da vardır ama gerilemenin başlangıcı, temel sebepleri bu kötü yönetimler ve ulemanın bunlara müdahale edememesi olduğu açıktır. Şimdi, etselerdi demek biraz da bekâra karı boşamanın kolaylığı türündendir. Teşebbüs edenler oldu, ama başaramadılar. Demek ki, baş çok önemli.

Sonuçta ulema yönetimden tecrit edilince toplumdan da koptu ve salt dini ilimlerle meşgul edildi. Artık olup bitenleri de toplumu da tanıyamaz hale geldi. Pek çoğunun söyledikleri uygulama zemini olmayan afaki görüşlerden ibaret kaldı.

#Türkiye
#Ümera
#Ulema