Hükümlerin değişmesinde üç temel alan

04:0018/08/2019, Pazar
G: 18/08/2019, Pazar
Faruk Beşer

Önceki yazımızda değişim felsefesinden söz ettik.Hiç değişmeyen özü, ilk nedeni ararken akıl mı nakil mi öncedir meselesini de ilgilendiren başka bir noktaya daha işaret ederek devam edelim. İnsan bu tartışmaları okuyunca, herkes farklı şeyler söylediğine göre demek ki, akıl en azından bu ilk nedeni, hiç değişmeyeni bulmakta zorlanıyor, ya da hiç bulamıyor.O halde bu konuyu nakle/vahye bırakması akla da en uygun olandır.Burada ispat değil yanlışlama esas alınmalıdır. Açık vahyin dediği yanlışlanamıyorsa,

mızda değişim felsefesinden söz ettik.
Hiç değişmeyen özü, ilk nedeni ararken akıl mı nakil mi öncedir meselesini de ilgilendiren başka bir noktaya daha işaret ederek devam edelim. İnsan bu tartışmaları okuyunca, herkes farklı şeyler söylediğine göre demek ki, akıl en azından bu ilk nedeni, hiç değişmeyeni bulmakta zorlanıyor, ya da hiç bulamıyor.
O halde bu konuyu nakle/vahye bırakması akla da en uygun olandır.
Burada ispat değil yanlışlama esas alınmalıdır. Açık vahyin dediği yanlışlanamıyorsa, yanlışlanabilen akli çıkarımlarda ısrar etmenin ve zaman israfının anlamı kalmaz.


Evrensel ve fıtri/tabii bir dinin hem değişmeyeni hem de değişeni ve değişimi hesaba katan hükümlerinin bulunması tabiidir.
Hiç değişmeyen sadece Allah’tır. Değişim, Allah’ın dışındaki her şeyde öyle ya da böyle bulunabilir. Bunların bir kısmı sadece yokluktan varlığa çıkmakla ilk ve tek kez değişmişlerdir. Günde, ayda, yılda, ömürde değişenler olduğu gibi, ancak bir dinden diğerine değişen hükümler de vardır. İslam gelmiş, önceki dinleri kaldırmış/değiştirmiş.
Artık başka bir din de gelmeyeceğine göre onun hüküm süreceği kıyamete kadar hiç değişmeyecek hükümlerinin bulunması da tabiidir.

Daha geniş alanda Hz. Âdem’den son dine kadar hiç değişmeyen hükümler de vardır. İmanın ya da varlığın temel esasları böyledir. Bunlara varlık ve varoluş açısından değişenler ve değişmeyenler de diyebiliriz.

Konuyu anlamaya çalışırken insan, acaba şöyle denebilir mi diye düşünmekten kendini alamıyor. İslam ümmeti olarak geri kalma sebeplerimizden biri de füruu fıkıhtaki, ya da akli alandaki değişkenleri ve sabiteleri genel olarak birbirinden ayıramamamız ve değişkenleri sabite olarak görmemizdir diyemez miyiz?
Bu ayırımı yapamayınca, aklı da yok sayamayacağımıza göre, dinin her zaman ve mekâna uygun olduğunu akıllara anlatmakta zorlanırız.
Din her zamana uygun ise o halde ‘Din’ nedir? Her zamana uygun olan dediğimiz değişmeyen esaslar ve değişmelere paralel olarak bu uyumu gerçekleştiren füruu fıkıhtaki farklılaşmalar değil midir? O zaman karşımıza şöyle üçlü bir alan çıkıyor:
Birincisi, varlığın ve varoluşun temel ilkeleri, ya da gayb ile ilişkili olan iman esasları. Bu alan, olmakta ve olacak olan değil, olmuş bitmiş olan, yani var olandır. Diğer bir ifade ile bu alanla ilgili bilgiler ya da hükümler var olandan haberdir, ileriye dönük inşa değildir.
Dolayısıyla bu alanda değişme olmaz, olursa bu değişme değil, değiştirme olur ki, bu da öncekini yalanlama anlamına gelir.
O halde bu alan dinin sabitesidir. Önceki dinlerde ya da son din olan İslam nazil olurken Allah’ın isimlerinden ve sıfatlarından, melekten, şeytandan, cinden, haşirden, neşirden, nübüvvetten, cennetten, cehennemden, ibadetten vb bahsedilmişti ama şimdi durum öyle değil denilemez. Denilirse bu öncekini yalanlanma olur.

İkinci alan yine bu değişmeyenlerle, yani aslında var olanla ilgili İslam’ın ilk neslinde ortaya çıkan bazı tali anlama nüanslarıdır. Bunlar da nihayet iki üç farklı anlamayı öte geçmez ve işin esasını bozmaz. Allah’ın varlığı ve birliği akılla bilinebilir mi, bilinemez mi? Allah’ın isimleri yanında O’nun sıfatlarından da söz edilebilir mi edilemez mi? Melekler insanın kalbini bilebilir mi bilmez mi? Peygamber hata eder mi etmez mi? Bu tıpkı var olan bir şeye uzaktan bakanların bazılarının biz onu mavi görüyoruz, diğerlerinin ise, biz yeşil görüyoruz demeleri gibidir. O şey ya mavidir, ya yeşildir. Üçüncü ihtimal olmaz. Sonuçta hüküm de onların anladıklarının dışına çıkmaz. Bu alanda ilk neslin anladıklarına muhalif yeni ve farklı anlamalar olmaz. İbadetler konusundaki fıkhi hükümler de bu alandadır. Rükûa giderken eller kaldırılır ya da kaldırılmaz. İmamın arkasında Fatiha okunur ya da okunmaz gibi şeyler bu iki ihtimal çerçevesinde yine sabitedir. Üçüncü bir ihtimalden söz edilemez.

Bu alandaki hükümler, ihtilaf edilmiş olsa da olmasa da sabitedirler. Allah’ın sıfatları ve kader gibi iman esaslarındaki farklı görüşler bu meselelere ait hükümlerin değişken olduğunu göstermez. Çünkü bu ya öyledir ya böyledir. Hangisi olduğunun kararı akılla verilemeyeceğine göre üzerinde icma edilen bir görüş varsa onu artık değişmez, tartışılmaz bir iman esası olarak görmek zorundayız.

Üçüncü alan zaman, mekân ve ümmetin maslahatı öyle gerektirdiği için verilen fıkhi yani füru hükümlerdir. Bunlara bir bakıma dünyevi ya da akli hükümler de diyebiliriz. Dünya döndükçe bu hükümler de döner. Acıkana yemek, susayana su verilir. Yöneticiler tayinle mi gelsin seçimle mi? Bakanlık beş tane mi olsun on tane mi? Alış verişlerde ve diğer akitlerde/sözleşmelerde irade beyanı/icap ve kabul telefonla mı yapılsın, online mı? Şirketin çalışan ortakları şirketten maktu bir maaş alabilir mi alamaz mı? Vb. İşte bunlar sürekli değişebilir.

Daha diyeceklerimiz var.

#Öz
#Neden
#Akıl
#Nakil