Gayb ve Şehadet ya da iman ve bilim

04:0028/02/2020, Cuma
G: 28/02/2020, Cuma
Faruk Beşer

İnsanlar varlığı onu farklı sınıfları ayırarak tanımayı denemişler. Mesela çok eskilerde Ay’ı merkez kabul ederek ‘ay altı, ay üstü varlıklar’ demişler. Bu da bir bakıma görülen ve görülmeyen, ya da maddi ve manevi demek. Ay üstü varlıkları bizim ‘âlem-i melekût’ dediğimize yakın bir varlık alanı olarak anlamışlar.Bizde de benim en gerçekçi bulduğum ayırım ‘âlem-i gayb ve âlem-i şehadet’ ayırımıdır.Birincisi duyularımızla algılayamayacağımız varlık alanı, ikincisi ise duyularımıza gelen varlık alanıdır.

İnsanlar varlığı onu farklı sınıfları ayırarak tanımayı denemişler. Mesela çok eskilerde Ay’ı merkez kabul ederek ‘ay altı, ay üstü varlıklar’ demişler. Bu da bir bakıma görülen ve görülmeyen, ya da maddi ve manevi demek. Ay üstü varlıkları bizim ‘âlem-i melekût’ dediğimize yakın bir varlık alanı olarak anlamışlar.

Bizde de benim en gerçekçi bulduğum ayırım ‘âlem-i gayb ve âlem-i şehadet’ ayırımıdır.
Birincisi duyularımızla algılayamayacağımız varlık alanı, ikincisi ise duyularımıza gelen varlık alanıdır. Başta Allah olmak üzere, melekler, cinler, ruhlar, sonra da haşır, neşir, hesap kitap, cennet cehennem hepsi âlem-i gayb cümlesindendir.
Âlem-i şehadeti beş duyumuzla ve buna bağlı olarak akılla ve bilimle bilebiliriz. Âlem-i gaybı ise yine kısmen akılla, sonra da sadık bir elçinin haberiyle bilir ve iman ederiz.
Bunun dışında oradan kesin bilgi alabileceğimiz bir yol yok. Yani Allah’ın nasıl bir varlık olduğu, kabir âlemi, cennet cehennem gibi konularda o sadık, yani söylediklerinin hepsinin doğru olduğu test edilmiş elçinin haber verdikleri dışında bir bilgi kaynağımız yok. Bu noktada duyular, dolayısıyla da bilim, eğer ideoloji karışmamışsa, görevi imana bırakır. Akıl kısmen yine devam eder. Demek ki, akıl her iki alan için gereklidir. Âlem-i makul, âlem-i mahsus, yani akılla ve duyularla bilinen âlem diye de bir ayırım vardır. Bu da diğerine yakındır. Ancak diğeri çok daha açık ve anlaşılırdır. Çünkü Allah bize kendini tanıtırken ‘Âlimu’l-ğaybi ve’ş-şehade’ olduğunu bildirir. Yani sanki varlığı ikiye ayırır, gayb ve şehadet diyerek hepsini bildiğini söyler.
Bu iki alanın bilgilerinin birbiriyle çelişmesi düşünülemez. Çelişir gibi görülen varsa, işin aslıyla değil, bizim onlardan anladıklarımız sebebiyledir.
Âlem-i gayb konusundaki bir bilgiyi yanlış anlama ihtimalimiz olduğu gibi, âlem-i şehadet alanındaki bir bilgiyi yanlış anlama ihtimalimiz de vardır. Yani bilim de hata yapabilir. Bilim dünyasından her zaman bunun ilginç örneklerine şahit oluruz. Bugüne kadar, bu böyledir denen bazı güya bilimsel gerçeklerin, yeni bilimsel çalışmalarla öyle olmadığı anlaşılmış olabiliyor. Yani bilimin ulaştığı bilgiler kesindir demek de kesin bir bilgi değildir.
Mesela eskiden bazı âlimler dünya düzdür derken bunu ya o zamanın bilimiyle, ya da âlem-i gaybla ilgili bilgileri yanlış anlamaları sebebiyle böyle söylemişlerdi.
Çünkü o zamanın bilimi de, olduğu kadarıyla, dünyanın düz olduğunu söylediği için, dini nasları yorumlayanlar da onları böyle tevil edip din adına buna böyle inanmışlardı. Kısaca o zaman dünya düzdür diyenler bu iddialarını bazı nasların tevillerine dayandırdıkları gibi, yuvarlak olduğu anlaşıldıktan sonra yuvarlaktır diyenler de bunun için tevil edecekleri başka naslar buldular.
Demek ki, dünyanın yuvarlak olup olmadığı meselesi bir âlem-i gayb, yani iman meselesi değil, bir âlem-i şehadet, yani bilim meselesidir.
Bu sebeple imana ilişkin kabullerin, hem sübutu hem de delaleti kesin naslarla sabit olması gerektiği söylenmiştir. İhtimalli bilgiler naslardan da alınsa kesin iman meselesi olmaz. Kısaca bilimin âlem-i gaybı anlayacak bir yöntemi bulunmadığı gibi, ortaya koyduğu kesin bilgiler de imanın konusu değildir. Yani bir insanın dünyanın düz ya da yuvarlak olduğuna inanması imanına zarar vermez. En nihayet bu bir bilgi eksikliğinden kaynaklanmış denebilir.
Yaşadığım ilginç bir örneği vereyim. Bana sık sık soru soran bir hoca bir gün şikâyetle karışık bir soru sordu. Hocam,
bugün okulda öğretmen çocuklara yağmurun bulutlardan yağdığını söylemiş, bu bir küfür değil midir, bunlar bizim çocuklarımıza böyle şeyleri nasıl anlatırlar, dedi.
Birden anlamadım ve böyle söylemek neden küfür olsun diye sordum. Allah Kuranıkerim’de, biz semadan yağmur indiriyoruz buyurmuyor mu? Demek ki yağmur bulutlardan değil, doğrudan semadan gelir, bunun aksini söylemek de küfür olur, dedi. Peki, sema nedir, diye sordum. Bizim bilemeyeceğimiz yüce bir varlık alanı anlamında bir şeyler söyledi. Dedim ki, Kuranıkerim’i tefsir edenler ‘sema’ kelimesini açıklarken önce sözlük anlamıyla başlarlar. ‘Küllü ma alâke fe-hüve semake’ derler, yani senin üstünde olan her şey sana göre semadır. Bulutlar da bizim en yakın semamızdır. Allah her şeyi bir sebebe göre yaratmaktadır. Yağmurun bir sebebi de bulutlardır. Siz hiç bulut olmadan yağmur yağdığını gördünüz mü, dedim. Dedim ama ikna olmadığını da anladım. Ondan sonra da bize artık soru sormadı.
#Şikayet
#Allah
#Yağmur