Başarma ile muvaffak olmanın aynı şeyler olmadığından söz etmiştik ama galatımeşhur olarak başarmayı muvaffak olma anlamında kullanmayı sürdürelim. Başarının maddi sebeplerinden çok manevi, yani bizim görmediğimiz, hesaba katmadığımız sebepleri de vardır.
Allah insanın içine o kadar çok program koymuş ki, bunlar insana zarar da kâr da ettirebilecek çift yönlü programlardır ve ancak sağlam bilgi, akıl ve iradeyle yararlı işler görebilirler.
Mesela sevgi, nefret, keder, sıkıntı, gazap, kin, acıma, zulüm, tiksinme, sevinme, üzülme, korkma, cesaret, alınganlık ve daha neler neler.
Allah hiçbir şeyi boşuna yaratmadığına göre, bu ve benzeri programlar da anlamsız değildir, ya da insanın içine ona zarar versinler diye konmuş olamazlar.
Ateş yakar, ama yerli yerinde kullanırsanız onu faydaya, enerjiye dönüştürmüş olursunuz. Onunla demiri eritebilir, yemeğinizi pişirirsiniz, evinizi ısıtırsınız.
Mesela haset de ateş gibidir, hadisi şerifte buyrulduğu gibi, haset insanın bütün amellerini yakıp tüketir. Bu ameller sadece öbür âleme bakan ameller değildir, bu dünya için yapılan ameller de öyledir, haset onları da bitirir ve semeresiz hale getirir, insan bilgisine, sermayesine, emeğine rağmen kaybeder de neden kaybettiğini anlamaz. Ama haset aynı zamanda insana müthiş bir motivasyon sağlar ve kontrol edilirse tamamen kâra dönüşebilir. Yeter ki başkasının zararına dönük kullanılmış olmasın. Onun için Allah hasedin bizatihi varlığından değil de ‘haset ettiği zaman haset edenin şerrinden’ Allah’a sığınılmasını öğretir. Yoksa herkeste bir program olarak haset duygusu vardır. Herkes birisinde bir nimet gördüğü zaman muhtemelen içinden bir ah çekebilir. Ama insanın aklı ve bilgiye dayalı imanı o ah tepkisini kontrol edip artı enerjiye de dönüştürebilir. ‘Ah, keşke onun böyle bir varlığı olmasaydı’ yerine, ‘ah, keşke benim de böyle bir varlığım olsaydı’ diyebildiği zaman bu duygu olumlu ve üretici bir duygu, bir muharrik olur. Buna biz gıpta diyoruz.
Tabii ki, bu seviyeye ulaşabilmek çok kolay değildir, duyguların da eğitilmesini gerektirir. Kişi bunu kendi kendine de yapabilir ama bir yol göstericinin gözetiminde olursa daha kolay yapılır. Bu yol göstericiye mürşit demenizde bir sakınca yok. Ama gerçek mürşit Kitabı ve Sünnet’i bilen ve yaşayan insandır. O bâtını batınla eğitmeye kalkışıp bâtınilik yapmaz, bâtını zahirle eğitir, ölçü zahirdir. Onun için biz ülkemizdeki tarikatların kahir ekseriyetinin Ehlisünnet çizgide olmadığını, bâtıni olduğunu söylüyoruz. Şia’yı reddederler ama bâtınilikte Şia’dan geri kalmazlar. Sadece kullanılan kavramlar değişir. Birisi imam masumdur der, öbürü de şeyh mahfuzdur der. Masum ve mahfuz kelimelerinin arasındaki fark nedir? Ya da bunların hangisinin Kitap’tan ve Sünnet’ten, yani zahirden bir delili vardır? Unutulmaması gerekir ki, zahirin onaylamadığı her bâtın saptırıcıdır.
İşte ticarette, siyasette, ilimde, hatta başka hiç ummadığınız alanlarda insanı başarısızlığa, hatta kayba, hüsrana ve ziyana götüren manevi sebeplerin en önemlilerinden biri bu haset duygusudur. Salt aklımızla düşündüğümüz zaman bile bunun ne kadar kötü, zararlı, can sıkıcı bir duygu olduğunu anlayabiliriz. Çünkü insan karşı tarafı ne kadar haset ederse etsin, hasediyle ona hiçbir zarar vermiş olmaz, aksine hasedi kendisine döner, içi içini yer, rahatsız olur da öbürü bundan hiç haberdar bile olmaz. Haset eden bu manevi zararlar yanında daha dünyada iken bile hasedinin maddi zararını da yaşar, Allah onu malından, ilminden ve kariyerinden mahrum kılmakla cezalandırır da o asıl sebebini bilemez.
Hasette hiçbir mümine yakışmayacak iki kötü özellik vardır, birincisi, haset etmek, Allah’ın, o haset ettiği kula ikramda bulunmakla isabetsizlik yaptığını düşünme anlamına gelir. İkincisi, sanki o haset ettiğine verilen nimetler Allah’ın hazinelerini tüketir de kendisine bir şey kalmamış olur diye düşünme anlamına gelir.
Gıybet de aynen haset gibi manevi bir hastalık ve bir başarısızlık, hatta bir ziyan sebebidir. Kişinin kendi kendisini hem manen hem de maddeten bitirmesidir. Zaten gıybetin sebeplerinden biri hasettir. Çünkü bir insanın gıybetini etmek, onun toplumda kötü tanınmasını, böylece ona olan teveccühün kırılmasını, ona verenin vermemesini, itibar gösterenin göstermemesini istemek demektir.
Bu iki hastalık kaybetmenin en önemli sebeplerindendir. Resulüllah Efendimiz’in gerçek iflası tarif ederken, her türlü ibadet ve taati olduğu halde öbür âlemde üzerindeki böyle kul hakları sebebiyle iyiliklerinin alınıp onlara verilmesinden sonra, onların kötülüklerinin alınıp buna verilmesi olduğunu söylediğini herkes bilir.
Bu kötü duyguları eğitmenin yolu kişinin kendisinden başlar. Bu da bir ölçüde iman ve Allah’a güven gerektirir. Birisine karşı haset duyguları kabardığında, ona Allah’ın daha çok vermesini isteyebilmesi kişinin hasedini frenleyip eğitir. Gafil davranıp gıybetini ettiği insan için de, ‘Allah’ım, onu da beni de affet’ diye dua edebilmesi, aynı şekilde onu gıybet hastalığından kurtarabilir. Bu eğitimin bundan başka yolu yoktur.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.