Fıkıhçıların, ya da modern tabirle İslam hukukçularının tartıştıkları meselelerden biri de, akitlerin/sözleşmelerin Resulüllah zamanında, ya da mezheplerin oluşumunda bilinen ve uygulananlardan ibaret olup olmadığıdır. Bu bilinen akitlere el-ukûdü’l-müsemmât, yani isimleri belli sözleşmeler denir.Bu akitler fıkıhta otuza yakındır. Alışveriş akdi, kira akdi, nikâh akdi gibi...Şartlar değiştikçe yeni akit türleri ortaya çıkabilir mi, yoksa bütün sözleşmeleri bunlardan birine uydurmak zorunda mıyız?
Fıkıhçıların, ya da modern tabirle İslam hukukçularının tartıştıkları meselelerden biri de, akitlerin/sözleşmelerin Resulüllah zamanında, ya da mezheplerin oluşumunda bilinen ve uygulananlardan ibaret olup olmadığıdır. Bu bilinen akitlere el-ukûdü’l-müsemmât, yani isimleri belli sözleşmeler denir.
Bu akitler fıkıhta otuza yakındır. Alışveriş akdi, kira akdi, nikâh akdi gibi...
Şartlar değiştikçe yeni akit türleri ortaya çıkabilir mi, yoksa bütün sözleşmeleri bunlardan birine uydurmak zorunda mıyız
? Böyle bir zorunluluğun olduğunu söyleyen yoksa da pratikte fıkıh biraz da bu varsayım üzerine gelişmiş ve bunların dışına pek çıkılamamıştır. Oysa şu anda bir yıl içinde ortaya çıkan yeni sözleşmeler bile en az bu kadar vardır. O halde esas olan ‘
’, yani bir şeyin yasak edildiğine dair bir delil yoksa o helaldir, caizdir prensibinden hareket etmek olmalıdır. Helalliğe/cevaza değil, haramlığa delil aranır. Her hangi bir sözleşme kesin haram bir unsur içermiyorsa helaldir.
Buradan hareketle biz İslam’da sosyal sigortayı çalışırken
ya da
diyebileceğimiz sigortalar gibi yeni sözleşme türlerinin kurulabilmesine mani bir durumun olmadığını, hatta bunun gerekli olduğunu söylemiştik. Varsın bu yeni akitler ‘bilinen akitlere’ tam benziyor olmasın. Açık bir haram unsur taşımıyor olmaları yeterlidir.
Allah’ın ‘
iyilikte ve takvada yardımlaşın, günahta ve düşmanlıkta yardımlaşmayın”
(Maide 2) emri tam da bunu anlatır.
Kaldı ki, böyle dayanışma ve yardımlaşma akitlerinin Asrısaadette örnekleri de vardır. Resulüllah’ın peygamber olmadan önce içinde yer aldığı ‘
Hilfu’l-fudûl’ yani erdemler sözleşmesi böyle bir oluşumdur.
Bu derneği kuranların amacı Mekke toplumunda gadre uğrayan, alacağını alamayan, vereceğini veremeyen garibanlara destek çıkmadır. Yıllar sonra Resulüllah’a bu antlaşma (hilf) hatırlatıldığında, ona katılmaktan gurur duyduğunu, bu şerefi, bir kızıl deve sürüsü ile dahi değişmeyeceğini, şu anda olsa yine katılacağını söyler.
İkinci olarak, bilindiği gibi Resulüllah (sa) Medine’yi şereflendirdiğinde ilk yaptığı işlerden birisi
ya da
, yani Ensar’laMuhacirleri kardeşleştirme olayıdır. Bunlar müstakil olarak anlatılmalıdır.
Üçüncü olarak Resulüllah’ın bazı hadisi şerifleri de yine çeşitli meşru gayelerle farklı dayanışma akitlerinin kurulabileceğini bize gösterir. Mesela o, Eş’arî kabilesini beğenme sebebini şu sözleriyle anlatır:
“Eşarîler seferde zorda kaldıklarında, ya da Medine’de/hazarda ailelerini doyurmakta yetersiz kaldıklarında, kimde ne varsa bir yaygı içerisine toplar, sonra tek bir kapla aralarında eşit olarak paylaşırlar.
Bunun için onlar bendendir, ben de onlardanım
’. (B, M). Bu uygulama Eşarîler’in eskiden beri gelen bir uygulamasıdır. Yani önemli olan ahlaki ya da hukuki bir uygulamayı İslam’ın koymuş olması değil, İslam’ın ruhuna uygun olmasıdır.
Buna benzer bir olay da şudur: ‘Resulüllah Ebu Ubeyde başkanlığında bir kafileyi sahil istikametine doğru göndermişti, azıkları bitince başkanları, azığı olanların azığını toplayıp az az hepsine taksim etti’ (B).
Buhari’nin bunları anlattığı ‘yemekte, harçlıkta ve eşyada bölüşme babı’ bahsinde Resulüllah’ın (sa) böyle toplama ve bölüşme işlemini birden çok yaptığını öğreniyoruz.
Meşhur
da böyle uygulamaların başka bir örneğidir.
Bunun için deprem, sel, kuraklık vb afetlerde böyle gönüllü dernekler, organizasyonlar kurubilir miyiz diye düşünüyorum. Gerçi böyle yardımları yapan hatırı sayılır insanlar yok değil. Ama bu iş daha başka teşvik ve yaptırımlarla geliştirilebilir. Bunun için elbette en önemli yaptırımlardan biri manevi olanıdır. Bu bölgesel ya da kabilevi motiflerle de bir derece desteklenebilir. Ama güçlü bir iman olmadıkça sürdürülmesi zordur. Yardımda esas olan, darda kalmış insandır, benim dinim, benim mezhebim, meşrebim değildir. Böylece İslam’ın ilk yıllarında kurulan ve İslam’ı herkes için hayat dini haline getiren uygulamalar tekrar hayata geçirilmeye başlanırsa İslam’ın hayat dini olduğunun yeniden anlaşılması kolaylaşır. Bunun için motor vazifesi görecek küçük bir grubun işi başlatması yeterli olur. Sonra mevcut kanunlardan yararlanarak kamu yararına iş gören sağlam organizasyonlar da kurulabilir. Yeter ki, işlerimizde şu hadisi şerifler esas olsun: ‘
Biriniz bir iş yaptığında onu mükemmel yapmasını Allah sever’. ‘Allah her şeyin ihsan ile yapılmasını emretmiştir’.
#Medine Vesikası
#Allah
#Helal
#Alışveriş