Korona, bu meşhur hastalığa sebep olan virüs, COVID-19 ise bu virüsün oluşturduğu hastalığın adı imiş. Biz korona deyip geçelim.Kaç zamandır koronanın bize öğrettikleri ya da hatırlattıkları ile ilgili bir yazı yazmayı düşünüyordum, yazacağım inşallah. Bunlardan birisi de Cuma namazı ile ilgili hatırlattığıdır. Korona olmasaydı çoğumuz bu konuları düşünme ihtiyacı duymayacaktık.İlmihal kitaplarımızda şöyle söylenir: Cuma namazı 16 rekâttır; dört ilk sünnet, iki farz, dört Zuhr-i âhir, dört son sünnet
Korona, bu meşhur hastalığa sebep olan virüs, COVID-19 ise bu virüsün oluşturduğu hastalığın adı imiş. Biz korona deyip geçelim.
Kaç zamandır koronanın bize öğrettikleri ya da hatırlattıkları ile ilgili bir yazı yazmayı düşünüyordum, yazacağım inşallah. Bunlardan birisi de Cuma namazı ile ilgili hatırlattığıdır. Korona olmasaydı çoğumuz bu konuları düşünme ihtiyacı duymayacaktık.
İlmihal kitaplarımızda şöyle söylenir: Cuma namazı 16 rekâttır; dört ilk sünnet, iki farz, dört Zuhr-i âhir, dört son sünnet ve iki rekat da vaktin sünneti.
Bu salgın sebebiyle önce bir süre Cuma kılamadık. Sonra farzın arkasından dört rekât kılıp dağıldık. Buna önce alışamadık, hatta biraz kızdık, şimdilerde normal gelmeye başladı.
Önce Zuhr-i âhir’dan başlayalım: malum Zuhr-i âhir, en son öğle namazı demek.
Rasûlullah (sa) ve onu izleyen asırlarda böyle bir namaz kılınmıyordu. Sonradan ihtiyata binaen kılınmasının güzel olacağı, hatta bazılarına göre gerekeceği kanaati oluştu.
Gerekçe şu idi: Cuma namazının bir şehirde tek bir yerde kılınması onun sıhhat şartıdır.
Oysa artık şehirler büyüdü, camiler çoğaldı ve Cuma pek çok yerde kılınmaya başlandı. O halde bu namaz tehlikeye girdi. Cuma kılınmadığı zaman öğle kılınacağına göre ‘son öğle’ niyetiyle bir dört rekat daha kılınmalıdır.
Cuma kabul olduysa mesele yok, sevabına nafile bir namaz daha kılınmış olur. Olmadıysa öğleyi kaçırmamış oluruz.
Eğer son öğlemiz, bu kabul olmayan cuma günkü öğle ise, ‘en son öğle’ o olur. Cuma kabul oldu ise ‘en son öğle’ bundan önce her nasılsa kılmadığımız bir öğle yerine geçer, onu kaza etmiş oluruz. Aslında burada şöyle bir soru daha sorulabilir: Ya bu son öğle de kabul olmadıysa ne olacak? Cevabını herkes düşünsün.
Meseleyi iyi anlayabilmemiz için burada bazı kuralları hatırlamalıyız:
Cuma’nın bir şehirde birden çok yerde kılınmayacağı, dinin naslarının bize söylediği bir hüküm değildir, bir içtihattır.
Bütün içtihatlar zannîdir. Oysa Cuma namazı kati delillerle sabit önemli bir farzdır.
Kati emirler zannî delillerle ortadan kaldırılamaz. Kısaca, kılınabildiği her yerde Cuma namazı kılınmalıdır.
Namazlar tam Rasûlullah’ın (sa) kıldığı gibi kılınmalıdır.
Onun bu konuda söylediklerinin doğru anlaşılması içtihada muhtaç olabilir, ancak içtihatla yeni ibadetler ortaya konamaz, var olanlar kaldırılamaz.
Çünkü iman ve ibadet meseleleri aklın alanı değildir, içtihat ise aklın alanında olur.
Bu iki alan taabbudî alandır yani bu alanlarda söylenenler salt ibadet olarak alınır ve uygulanır. Bunun içindir ki, bu iki alanda sonradan ortaya çıkan her türlü ekleme ve çıkarma bidat olarak görülmüştür ve Efendimiz'in ifadesiyle “her bidat dalalettir”.
Bu konuda son Osmanlı ulemasından Muhammed Zihnî Efendi’nin, Tahtavî Haşiyesi’ni esas alarak yazdığı Nimet-i İslam adlı eserinden, sadeleştirerek birkaç cümle almak istiyorum.
Tahtavî’den alarak der ki:
“Cuma’nın farzından sonra ihtiyaten Zuhr-i âhir kılınması, Cuma’nın bir şehirde birden çok yerde kılınamayacağı zayıf görüşüne dayanır… Oysa ihtiyatlı olan Zuhr-i âhir’i kılmak değil, kılmamaktır. Çünkü ihtiyat daha güçlü olan delille amel etmektir.
Bu konuda güçlü delil, Cuma'nın birden çok yerde kılınmasının caiz olduğu delilidir.
Ayrıca böyle bir namazı kılmak işi bilmeyenlerde, asıl farzın Cuma’nın iki rekatı değil bu ikincisinin olduğu, ya da Cuma’da farzın birden çok olduğu kanaati oluşturur. Bu da bir yanlışa sebep olur. Yine böyle bir namaz Cuma’nın rekatlarını çoğaltıp onu zorlaştırma, bu sebeple Cuma'ya gitmeme, bazen de Cuma'nın var olan sünnetini dahi terk ettirme sakıncası doğurur… İbn Nüceym de Bahr-ı râik’te der ki, ‘Zuhr-i âhir sonrakilerin, Cuma’nın bir şehirde birden çok yerde kılınamayacağı görüşlerine dayanır ki, bu doğru değildir. Böyle bir namaz ne Ebu Hanife’den ne de onun iki meşhur öğrencisinden rivayet edilmiştir.
Cuma’nın asıl farzı budur diye itikat edilmesi endişesine binaen ben bu namazın kılınmaması gerektiğine dair defalarca fetva verdim'.
Artık İbn Nüceym gibi baba fukaha tarafından böyle söylendikten sonra İbn Abidîn ve benzerlerinin söylediğinin anlamı kalmaz” (Nimet-i İslam s. 784-785).
Fıkhı biraz bilen birisi İbn Nüceym ve Muhammed Zihnî Efendi’nin dediklerinin doğru olduğunu anlar.
Cuma’nın sünnetlerine gelince, onu da sonra anlatalım.
#Cuma
#Zuhr-i âhir
#Osmanlı
#Muhammed Zihnî Efendi