Kolay tekfircilikten söz ediyorduk.
Gelelim bu kardeşlerimizin bağlamından kopararak sözkonusu ettikleri Mâide 5/44. Ayeti kerimesine. Ayetin meali şöyle:
“Tevrat'ı da biz indirdik. Onda bir hidayet vardır, bir nur vardır. Yahudilerin Allah'a teslim olmuş peygamberleri onlara onunla hüküm veriyorlardı. Onların Rabbanîleri de bilgeleri de korumakla yükümlü tutuldukları o Allah'ın kitabıyla hüküm veriyorlar, onu hep göz önünde bulunduruyorlardı. O halde siz de insanlardan korkmayın benden korkun ve ayetlerimi basit bir bedel karşılığında satmayın. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridirler” (5/44).
Bu ayetin ve devamındaki benzer ayetlerin inişine sebep olan olay şudur:
Bir gün Yahudiler Hz. Peygamber'e gelip içlerinden
bir erkekle bir kadının zina ettiklerini söylemişler
ve onlara ne ceza vermeleri gerektiğini sormuşlardı. Zina edenler eşraftandı ve bu suç için Tevrat'ta zikredilen recim dışında hafif bir ceza ile kurtulmalarını bekliyorlardı. Onun için kendi hâkimlerini bırakıp Hz. Peygamber'e gelmişlerdi. Hz. Peygamber onlara Tevrat'ta bu suçun cezasının ne olduğunu sordu. Halka teşhir edilip sopa atılmalarıdır dediler. Yahudi asıllı müslüman Abdullah bin Selam, yalan söylüyorsunuz,
Tevrat'ta bunların cezası recimdir dedi
. Tevrat'ı getirip açtılar ve birisi eliyle recim ayetini kapadı ve sadece devamını okudu. Abdullah bin Selam, elini kaldır deyince, Abdullah doğru söylüyor demek zorunda kaldılar. Hz. Peygamber de emretti ve Tevrat'taki ceza uygulandı. (Buharî, Müslim).
Buna göre Allah'ın indirdiği ahkâmla hüküm verme imkânı bulunduğu halde onu bırakıp
başka bir hüküm aramak küfürdür
. Böyle bir tercih imkânı bulunmayan günümüz yöneticisinin ya da hâkiminin önünde ise iki seçenek vardır; ya hiçbir hüküm vermeyip, yönetimi de hüküm vermeyi de zaten böyle bir derdi olmayanlara bırakmak, ya da en adil hükmü buluncaya kadar mevcut kanunları adalete en yakın şekilde yorumlayıp uygulamak ve sürekli en adil olana ulaşmaya çalışmak.
Bilindiği gibi İslam hukukunun genel kurallarından birisi şudur: Salt iyi olanın yapılamadığı yerde kötülerin en hafif olanı alınır, yani “ehven-i şerreyn ihtiyar olunur”.
Söz konusu ayetin devamında iki benzer ayet daha vardır:
“Tevrat'ta Yahudilere; cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ceza uygulamalarını farz kıldık. Yaralarda da kısas vardır dedik. Ama kim kısas hakkını bağışlarsa bu onun için bir kefaret olur.
Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridirler
, (5/45).
“Peşleri sıra onların çizgilerinde Meryem oğlu İsa'yı gönderdik, öncesindeki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak. Ona İncil'i verdik, onda da bir hidayet vardı bir nur vardı. Öncesindeki Tevrat'ın tasdikçisi, Allah'a karşı saygılı olanlara bir rehber ve bir nur olarak, (5/46).
“İncil'i alanlar da Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler dedik. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridirler, (5/47).
Görüldüğü gibi ilk ayette Allah'ın hukuku söz konusudur ve onu uygulama imkânı olup ta uygulamayanlara
. 45. ayette ise kısas gibi, hak sahibinin bağışlaması tavsiye edilen bir kul hakkı söz konusudur. Bunu uygulamayanlara ise kâfir değil '
' denmiştir. 47. Ayette ise ahlaki hükümler içeren İncil'in uygulanmasından söz edilir ve bunları uygulamayanlar için de '
' nitelemesinde bulunulur.
Şu halde Kuranı Kerim aynı sayfada üç farklı durum için üç farklı nitelemede bulunuyor. Demek ki, 'Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeme'nin hükmü her halükarda aynı değildir. O halde durumu ve şartları hesaba katmadan her yöneticiyi, her hâkim ya da avukatı tekfir etme ancak ideolojik bir bakışın ve bilgi eksikliğinin, ya da en iyimser yorumla heyecanın sonucudur.
Böyle söyleyen insanlara sorulabilir: Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler için Kuranı Kerim'de üç farklı niteleme bulunduğuna göre demek ki, bunun hükmü her yerde aynı değildir. O halde neden diğerlerini değil de özellikle o birini alıyorsunuz? Uygulayanları bir ayırıma tabi tutmadığınıza göre bu mantıkla diğerlerinden birini de rast gele alabilirdiniz? Bu soruya ilmi bir cevaplarının bulunduğunu sanmıyorum.
Ama şunu da eklemeliyiz ki, inanma ya da inanmama söz konusu olduğunda bu üç durumun her biri de küfür olabilir ve bu ayetler elbette sadece Yahudilerle ya da Hıristiyanlarla ilgili değildir. Aynı hataları müslümanların yapması durumunda onlar da aynı hükmü almış olurlar.