Mustafa Kutlu ağabey doğup büyüdüğü Erzincan’ı bir yazısında şöyle anlatmıştı: “Erzincan bu yeşilliği, betona bulaşmamış yapısı, munis halkı, kültürü, harika meyve ve sebze yetişen köyleri ve bugünkü yapısı ile bir ‘Cittaslow’ olabilir. Otomobil yerine bisiklet. Sanayi yerine hizmet. Butik oteller, hizmet sektörü, yemek çeşitlenmesi, kayak, kaplıca, dağ paraşütü, rafting vb. ile bir turizm merkezi olabilir. Lütfen şu güzelim beldeyi sanayie kurban etmeyin.” Konaklama tesislerinin tamamlanmasıyla
Mustafa Kutlu ağabey doğup büyüdüğü Erzincan’ı bir yazısında şöyle anlatmıştı:
“Erzincan bu yeşilliği, betona bulaşmamış yapısı, munis halkı, kültürü, harika meyve ve sebze yetişen köyleri ve bugünkü yapısı ile bir ‘Cittaslow’ olabilir. Otomobil yerine bisiklet. Sanayi yerine hizmet. Butik oteller, hizmet sektörü, yemek çeşitlenmesi, kayak, kaplıca, dağ paraşütü, rafting vb. ile bir turizm merkezi olabilir. Lütfen şu güzelim beldeyi sanayie kurban etmeyin.”
Konaklama tesislerinin tamamlanmasıyla Türkiye’nin en modern kayak tesisi olacak, henüz kar yağmamış olmasına rağmen doğasıyla insanı büyüleyen,
uzunluğu 12 kilometreyi bulan pistlerinin sezona yetiştirilme telaşını yerinde gördüğümüz Ergan Dağı’ndan inerken
Erzincan Valisi Hamza Aydoğdu, Mustafa ağabeyin yüreğine su serpercesine şunları söyledi: “Tarım, turizm ve ardından da gastronomi bu şehre yeter Allah’ın izniyle.”
Anlaşıldığı üzre Erzincan’dayım. Bu yazımı da kışın ilk soğuklarının hissedildiği cumartesi sabahında yazıyorum. Alışkın olmasam da aşinayım. Zira askerliğimin ilk üç ayını Erzincan’da yapmıştım. Tam 21 yıl olmuş. 59’uncu Topçu Tugayı’nın kapısından
ağustosun son günü girmiş, kasımın sonunda da dağıtıma gitmiştim
. O gün bugündür ilk gelişim. Anılarımı tazeledim. “Tektip” kıyafetlerle ürkek ürkek dolaştığım Ordu Caddesine çıktım, tanıdık bir mekân aradım. Buldum da. Askeri malzemeler satan dükkanlar ve çay bahçeleri yerli yerindeydi. Şehir o günlerden bu zamana değişmiş, ‘dönüşmüş’ ve haliyle de gelişmiş. Ruhunu ise kaybetmemiş. Hissettim bunu.
Neydi o ruh? Bakışlar! Erzincan insanının muhabbetini, samimiyetini gözlerden okuyabiliyorsunuz.
Caddeyi boydan boya yürüdüm. Meydandaki parkın banklarına bu kez sivil kıyafetlerimle oturdum. Konferans için gelmiştim. Oysa 21 yıl önce tam burada hangi duygularla seyre dalıyordum. Hayat ve zaman…
Şehre indiğim sabah soluğu eski sanayide aldım. Vardığımda Vali Bey esnafla sohbet ediyordu. Oto tamir ustası, çırak bulamamaktan dertliydi: “Sadece benim değil tüm esnafın en büyük sorunu. Çırak bulamıyoruz. İşi beğenmiyorlar. Sadece çocuklar değil, anne-babaları da yanaşmıyor. Bizim kılık kıyafetimizi, yağımızı-kirimizi evlatlarına yakıştıramıyorlar.”
Peki ne olacak? Birkaç yıl sonra arabaları kim tamir edecek?
Mesela bugün, evlatlarının çırak olmasını istemeyenlerin sanayideki o ustası kim olacak?
Bu soruya kimse yanıt vermedi. Ustamızın yüzünü hüzün bulutları kapladı. Madem gazetecilik yapacaktık, ustaya sordum:
“Bugün sana çırak olan biri, birkaç yılda ne kazanır?”
Zihninden hesapladı, ölçtü biçti. İki ortaklarmış, “Şükürler olsun evlerimizi çok rahat geçindiriyoruz” dedi. Bunun gelir olarak neye tekabül ettiğini başka bir sanayi esnafı söyledi:
“En az dört asgari ücret kazanır.”
Varın gerisini siz hesaplayın. Fakat bu büyük sorunu, ara eleman meselesini kimse ıskalamasın. Akşam, şehrin tüm idari amirlerinin aylık mutat buluşmasına davetliydim. Dikkatinizi çekerim toplantı değildi.
Köy oturması gibi bir ortamdaydık
. Ellerimizle ceviz kırıp çay içtik. Muhabbet ediyorduk ama şehrin sorunları da masadaydı. Erzincan’daki
elektrik dağıtıcısı firmaların da en büyük problemi saha elemanı bulamamakmış
. “İmdat eyliyorlardı” dersem yeridir. Üstelik maaşları da asgari ücretin çok üstündeymiş. Lakin sahayı duyan kaçıyormuş.
Alın size yeni cevapsız sorular:
Kabloyu kim çekecek, arızayı kim giderecek?
Araba var, tamircisi yok. Elektrik var ama çekecek insan yok!
Varlığın “yoksunluğa” teslim olacağı günler kapıda.
Erzincan’a dönecek olursak… Yakın tarihinde iki büyük deprem var. Büyük deprem (1939) ve benim de haberlerden hatırladığım 1992’deki yıkıcı deprem. Bu büyük acılar, Erzincan’a Türkiye’de başka şehirlerde görülmeyen şöyle bir nizam vermiş;
bütün sokaklar bütün sokaklara çıkıyor. Tıpkı Barselona gibi.
Abarttığımı düşünmeyin, her iki şehri de gören ne demek istediğimi anlar.
Erzincan’da da tüm sokaklar, kâğıda çizilmiş gibi birbirini doksan derece kesiyor
. Evler iki katlı ve bahçeli. Ah bir de estetik, özgünlük ve tasarım uyumu olsa Erzincan
Türkiye’nin şehircilik markası olur, model alınırmış.
Cuma akşamı üniversitede gençlerle buluştuk.
Aydın Ünal ve İsmail Kılıçarslan ile tvnet’teki SİYASETEN dışında ilk defa bir programa katıldık
. Üçümüzün bir arada olduğu ilk fotoğrafı da sanayideki Salih Büfe’de çay içerken çekildik zaten. Lavaş ekmeğin arasına koyup yediğimiz tulum peynirinin lezzet kritiğini yaptık. Şunu anladık ve tecrübe ettik: Tulum peyniri,
“Erzincan tulumu” ve “diğerleri” diye ikiye ayrılıyormuş. Bu arada
sanayide büfe dediğime bakmayın. Salih Usta’nın kahvaltısı Erzincan’ın dışına kadar nam salmış. Sırrını sordum, “Kahvaltı masasına koyduğum tulum peyniri ve kara kovan balını yıllardan beri aynı üreticilerden alıyorum. Üzerlerine tanımam, bilmem” dedi.
Gelelim Erzincan’da olma sebebimize… Binali Yıldırım Üniversitesi’nin konferans salonda düzenlenen söyleşi bizim açımızdan çok keyifli ve verimli geçti. İsmail abi “
Türkiye Olmak ve Türkiye Kalmak
” başlığını önermişti. Aydın Ünal ile altı çizilecek çok önemli tespitlerde bulundular. Gençleri heyecanlandırdılar. Moderatör olarak kendime şu çıktıyı aldım:
“Türkiye kalmak” için, “Türkiye olmanın” geçmişteki o çok büyük mücadelesini, süreçleri, eşikleri çok iyi anlamak, bilmek ve içselleştirmek gerekiyor. Ve “olma” ile “kalma” mücadelesi devam ediyor!
Salonun dikkati ve enerjisiyle başladığımız soru-cevap kısmında söz döndü dolaştı, sosyal medya bağımlılığına geldi. İzleyicilere “
Sabah uyanır uyanmaz telefonunu eline almayan kaç kişi var?
” diye sordum. Çok sayıda parmak kalkınca şaşırdım. Çünkü daha önce bu soruya bir ya da en fazla üç parmak kalkardı. “Olamaz, hadi itiraf edin” derken
“hayır biz, kesinlikle almıyoruz” itirazları geldi
. Bu esnada Erzincan Polis Meslek Yüksek Okulu Müdürü Hakan Yılmaz,
“Öğrencilerimiz de burada. Telefon yasak Ersin Bey”
deyince bu kez alkışı ben başlattım. Bu disiplin olası bağımlılıkların önüne geçecektir. Memlekete de kendilerine de ne kadar büyük iyilik yapıldığını mezun olup,
polislik mesleğine başlayınca göreceklerdir.
Erzincan, bir yazıya sığmayacak şehirlerden.
Sadece toprağı değil, insanı da bereketli
. Sadece doğası değil, sakinliği ve dinginliği ile de güzel. Erzincan’ı hakkıyla yazmak için yaşamak gerek. Halidi şeyhi
Terzi Baba’dan başlayarak bilinen 84 Allah dostunun kabirlerini bir bilenle ziyaret etmeli
mesela. O da bir başka sefere inşallah…
#Erzincan
#Aydın Ünal
#İsmail Kılıçarslan
#Ersin Çelik