Bence var. Bakmayın siz, düşünceleriniz ve eleştirilerinizin çoğu zaman anında yanıt bulmamasına. “Halkın gücü”, etkisini korumaya devam ediyor. Akıllara da hemen sosyal medya gelmesin. Zaten sosyal medya da eskisi gibi “ölçüm” merkezi değil. Bir kere manipülasyona fazlasıyla açık. Ancak şu daha önemli; sosyal medya haberleri ve gelişmeleri anında tükettiği gibi üzerine uzun uzadıya konuşulması ve de çözümler üretilmesi gereken meseleleri de sabun köpüğüne çeviriyor. Birkaç saat canhıraş konuşuluyor. Yer yerinden oynuyor. Ancak sonrası yok! Herkes yaptığı paylaşımla kalıyor. Bir bakmışsınız gündemi esir eden meselenin esamisi bile okunmuyor. Çünkü bizler de tükenmiş oluyoruz. Ne fikrimizi kalıyor ne de çözüme matuf hamlelerimiz. Herkes konuşuyor, kimse kıpırdamıyor.
Özellikle de X’in güvenirliği her geçen gün sarsılıyor. İngiliz medya devi ‘Guardian’ın geçtiğimiz günlerde platformdan tamamen çekildiğini duyurması sonun başlangıcının ilk belirgin işaretleri. Ben ise yedi ay önce hesabımı kapattığım noktanın çok ilerisindeyim. Kaybımın olmadığına artık eminim. Kazançlarımı ise bir kitapta toparlıyorum. Benim için kitabın kendisi bile büyük bir olay. Her gün biraz daha cisme dönüşüyor.
Lakin bazı yoksunluklar yaşamıyor değilim. Mesela dostum İsmail Halis’in derinlikli analizleri... Aslında bizi biraz kendimize getirdi bu belirgin mahrumiyetler. İsmail Halis, önceki gün, - ilgi alanıma da giren-X’te yayınladığı yazısını özelden gönderdi. “Küresel dijital medya habitatı” üzerine kafa yormuştu. Byung Chul-Hanvari şu tespitini zihnimde milyon kez RT ettim: “Anlatı algoritmaları, siyah, beyaz ya da gri değildir. Bu devasa akış haritasının farkına varan onu en işlevsel yönleriyle değerlendiren hiç şüphesiz ki kendi anlatısını küreselleştirecektir.”
Metni bir bütün olarak ki kez okudum. TikTok’un sosyal medya ekosistemini, platformların içerik formatları dahil değiştirme/dönüştürme etkisi ve gündem belirleme/sürükleme gücüne dair notlarımı aldım.
İtiraz edecek belki ama İsmail Halis’in alıntıladığım cümlesini kendimce şöyle açacağım: ‘Anlatı algoritmaları’ altının fazlasıyla doldurulması gereken çok mühim bir kavram. İnsanın düşünerek ürettiği andan beri var olan “anlatının gücü”, artık algoritmaların yönetme kabiliyetiyle birleşti. Çinliler dünyanın gerisinden gelerek tüm dünyayı yönetecek, Avrupa’dan sonra Amerika’yı da pasifize edecek dijital dünya düzeni kuruyorlar. Etkisini yakında çıkacak olan yapay zeka savaşlarında göreceğiz.
Peki bizler, masum kullanıcılar olarak bu muharebe meydanının neresindeyiz? Son 30 yılda her yanımızı ve her anımızı kuşatan internet teknolojisi bir yana, sadece akıllı telefon kullanan herkes, algoritmaların esareti altında yaşamak zorunda çünkü. Net olarak ifade edeyim; teknoloji firmaları ile kaçınılmaz “razı olma ilişkisi” içerisindeyiz. Algoritmaların tahakkümü altında yaşamayı kabul etmek ile etmemek arasındaki çizgi ise çok belirgin. Ya cep telefonunu kullanmayacağız ya da bizden istenen yeterli veriyi kendilerine fazlasıyla sağlayacağız. Bir “ya da” daha var: Tuşlu telefon! Aslında o da kurtuluş değil. Sadece belli oranda minimize ediyor. Beş gün denedim. Benim açımdan verimliydi. Lakin algoritmalar bu sefer de SMS ile pazarlama yapmaya, içerik, gündem, tüketim dayatmaya devam ediyorlar. Tabii tek taraflı mesajlara direnmesi daha kolay. Reddetmek zorunda kalmadan, bir yandan da algoritmalara boyun eğmeden son teknolojilerden yararlanmak ise mümkün görünmüyor. Çünkü günümüzün “dijital kapitalizmi” paradan daha değerli olan şeylerimizi istiyor. Ve bu da yetmiyor. Bizden aldıklarıyla yine bizden sınırsız faydalanmanın düzenini inşa ediyorlar. Chul Han bu çıkar tezgahının peşin alıcısı ve anlık satıcıları için “kendi kendini sömüren insan” tanımlaması yapıyor. Ortada bir sömürü var ama sömürgecilikle suçlanabilecek birileri yok. Var ama yok! Sömürü düzeninin varlığını iddia edebiliriz. Fakat ispatı için insanın kendi kendini sömürmekten vazgeçmesi gerekiyor. Bu da günümüzde çok sürdürebilir değil.
Bu durumda ne kadar özgürsek aslında o kadar mahpusuz denklemi ortaya çıkıyor. Tam bir asır önce yaşayan Lübnanlı filozof Halil Cibran, aforizmalarını derlediği ‘Kum ve Köpük’ kitabında “Hepimiz mahpusuz. Ama kimimizin hücresinde pencere var, kimimizinkinde yok” demiş. Çağımızda ise pencerelerin sonuna kadar açık olduğu, dileyenin dilediği özgürlüğü yaşadığını sandığı bir mahpusluk yaşıyoruz. Yani özgürlüğümüz esaretimizden besleniyor.
Yazının başlığına dönecek olursak; böyle bir girdapta ne düşündüğümüzün bir önemi var mı peki? Sosyal medyadan kafamızın kaldırıp, kendimiz ve olan bitenlerle gerçek anlamda yüzleşirsek bir sonuca varmamız mümkün olabilir. AREDA Survey’in ekim ayı ‘Sosyometre’sinde bazı veriler dikkatimi çekti.
Rapora göre;
* Gelenek ve görenekleri bir toplum için gerekli görenlerin oranı yüzde 89,6 düzeyinde.
* Örf ve adetlerin korunması gerektiği yönünde görüş bildirenler yüzde 93,8 oranında.
* Geleneksel değerlerin çoğunu faydalı görenlerin oranı yüzde 59,9 görünüyor.
* Kendini gelenek ve göreneklere çok bağlı görenlerin oranı ise yüzde 57,4 çıkmış.
Bir kısmını aktardığım araştırmanın sağlamasını ise şu sonuç veriyor:
* Ankete katılanların yüzde 81,6’sı yaşlıların çocuklarının yanında bakılması gerektiğini savunuyor.
Görüldüğü gibi günümüz insanının gerçek hayatta yüzleştiği sorunlar, geleneği, göreneği yok eden akımlar, sosyal düzeni ve aileyi sarsan meseleler; sosyal medyanın dışında bir çözüm arayışı ile ele alındığında ve de tüketim malzemesi olarak görülmediğinde toplumun bakış açısı netleşiyor. İfadeler özeleştiriye dönüşüyor. İnsanlar “imdat” diyorlar. Çözümler için ise; siyaset yapıcıların, kültür üreticilerinin ve sorunları raporlamaktan başka bir aşamaya geçemeyenlerin öncelikle algoritmaların esaretinden kurtulup, gerçek verilere yönelmesi gerekiyor.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.