İsmail Kılıçarslan’ın başına gelenleri okudunuz mu?Uçak kapısından nasıl nezarete alındığını anlattığı dünkü yazısınıyani. O sabah ilk beni aramış. Saat 9’da. Ramazan ayının ilk günü diye telefonu sessize almıştım. İki saat sonra geri döndüğümde cevap vermedi. Ertesi gün konuştuk. Şaşkındı. Biriyle muhabbetiniz varsa, arkadaşsanız, onu iyi tanıyorsanız telefonda da olsa anlarsınız. Yorgunluğu, üzüntüsü, öfkesi, hayreti sesine yansır. İsmail abinin sesi ne kırgın ne kızgın ne de öfkeliydi. Şaşkındı.
İsmail Kılıçarslan’ın başına gelenleri okudunuz mu?
ani. O sabah ilk beni aramış. Saat 9’da. Ramazan ayının ilk günü diye telefonu sessize almıştım. İki saat sonra geri döndüğümde cevap vermedi. Ertesi gün konuştuk. Şaşkındı. Biriyle muhabbetiniz varsa, arkadaşsanız, onu iyi tanıyorsanız telefonda da olsa anlarsınız. Yorgunluğu, üzüntüsü, öfkesi, hayreti sesine yansır. İsmail abinin sesi ne kırgın ne kızgın ne de öfkeliydi. Şaşkındı. Anlattıkça ben de ‘Nasıl yani? Nasıl yani?’ deyip durdum.
Mustafa İslamoğlu, attığı tweete dava açmış. İsmail Kılıçarslan’ın
‘kötücül’ anlamıyla kullandığı ‘habis’ ifadesini, “Bana ‘alçak’ dedi” diye tevil etmiş.
Bunun üzerine de hakaret davası açılmış. Fakat dava edilenin bundan haberi yok. İsmail Kılıçarslan, Gaziantep’ten Sabiha Gökçen’e inince uçağın kapısında onu bir polis karşılıyor ve
“Aranıyorsunuz beyefendi, benimle gelmeniz gerekiyor”
diyor. Ne bir bildirim ne tebligat ne de e-devlete düşen bir mesaj. Haliyle de tanınan, bilinen, yazan, okunan, Twitter’dan DM atsan cevap verecek gazeteciyi uçak kapısından
kalmışlar. Bu iletişim kazası da gelip, Mustafa İslamoğlu’nun açtığı dava ile İsmail Kılıçarslan’ı bulmuş. Neyse ki kendi iradesiyle gidip ifade verdi de belki de koluna kelepçe takılmaktan kurtuldu.
Bazı gazetecilerin bir ayağı adliyededir. Onlardan biriyim. Bunu övünmek için söylemiyorum. İşimin bir parçası ve gereği bu. FETÖ’nün yargıyı elinde bulundurduğu
süreçlerinde başlayan dava bombardımanlarından öyle saçma kararlar çıktı ki, bugün hâlâ ‘nasıl olur’ diyorum. Mesela abonesi olduğumuz İhlas Haber Ajansı’nın servis ettiği bir fotoğrafı internet sitemizde yayınladığımız için önce telif davası açıldı. Ardından 12 ay hapis cezası aldım. Bize dava açan Gezgin Dergisi’nin sahibi Halit Ömer Çamcı para istemişti, vermedik. Fotoğrafı, abonesi olduğumuz ajanstan aldığımızı ispatlamamıza rağmen telif davası açtı. Üstelik o fotoğrafı İHA’ya bizzat Halit Ömer Çamcı vermişti. Yine de
ceza davası ‘açtılar’ ve hâkim 12 ay hapis cezası verip, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasıyla saldı beni. Bu ceza
beş yıl boyunca peşimden koştu. Şaka gibi ama o günlerde çok normaldi aslında. Bir de
davası var. 2014 yılının başlarıydı. Önce
dönemin yetkili kurumları
soruşturma açtı. Sonra Bank Asya’yı batırmaya yönelik örgüt icat edip, beni de üyesi yaptılar. İfadeye gittiğim gün adliyede gözaltı yapacaklardı. Avukatım çekip ellerinden aldı.
Selahattin Demirtaş’a, 6-7 Ekim olayları sonrasında basın açıklaması yaparken, tweet atıp
“yalancı” dediğim için kaç kez talimatlı ifade verdiğimi hatırlamıyorum.
Çengelköy Polis Karakolu’nu bir ara yol etmiştim.
Fakat size asıl, kendini ‘
Mehdi’ ve ‘Resul’ ilan eden
Evrenesoğlu’nun açtığı davayı anlatmak istiyorum. Kendisine “sahtekâr” denilen yazıdan dolayı
hapse attıracaktı az kalsın ben
i. Evrenesoğlu davasında İsmail Kılıçarslan ile yargılanmıştık. Çünkü yazıyı o yazmıştı. Ben ise hem Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olduğum hem de yazısını paylaştığım için yargılandım. İsmail abi saçma sapan bir kararla tekzip yayınlamak zorunda kaldı. Ceza davası ise bana açıldı. 15 Temmuz’dan birkaç ay sonraydı. Bakırköy Adliyesi’ndeki duruşmaya gittim. İki yıl hapisle yargılanıyordum. Avukatı, Evrenesoğlu’nun Resul olduğunu lakin bunun kendisini peygamber ilan ettiği anlamına gelmediğini söyledi. Müvekkilinin ‘Mehdi’ olduğunu ise bizzat mahkemede ifade etti.
Söz savunmaya gelince avukatımdan müsaade istedim. İmam hatip mezunu olduğumu, akaid, tefsir, hadis, fıkıh eğitimleri aldığımı da belirterek, Evrenesoğlu’nun İslam düşüncesinin uzmanlar tarafından ele alınması gerektiğine dair şahsi kanaatimi dile getirdim. Sonra da
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu
tarafından mahkemeye bilirkişi atanmasını talep ettim. Evrenesoğlu’nun avukatı yerinden fırladı. “Olmaz. İtiraz ediyorum. Biz zaten siyasal İslam ile mücadele ediyoruz. Diyanet de bu sistemin parçası” dedi. Benimle özel görüşmek istedi. Kabul etmedim tabii. Bana kalırsa hâkime bu ve benzeri davalardan kökten kurtulma yolunu açmıştım. Mahkeme, Diyanet’ten Evrenesoğlu’nun görüşleri hakkında rapor istedi. Sağ olsun dönemin
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez
Hocamız bizzat ilgilendi. Rapor mahkemeye sunuldu ve 3 Mayıs 2017 günü yapılan duruşmada
Kararda da aynen şöyle yazıldı: “
Katılanın (Evrenesoğlu) fikirlerinin, akli dengesi yerinde olan bir Müslümanca kabul edilmeyeceği ifade edilmiş olmakla bu hususu belirtir şekilde sanık tarafından katılanın (Evrenesoğlu) “sahtekâr” olarak nitelendirilmesi eleştiri ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmiştir.”
Eğer Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bilirkişi raporu istemesek ve kurul davayı ciddiye almasa; cemaati olan, binlerce saat sohbeti olan, kitaplar yayımlayan, televizyon kanalı açan, onlarca web sitesinde yayınlar yapan ve çevresince tasavvuf âlimi olarak adlandırılan
Evrenosoğlu’na hakaret ettiğim gerekçesiyle ceza alacaktım
. Kaçarı yoktu. Bu arada o rapor ve beraat kararı kaç yüz davaya emsal oldu bilmiyorum. Çünkü onlarca isme bizzat kendim yollamıştım.
İsmail abi uçak kapısından alınmak istendiğini telefonda anlatırken 15 Temmuz öncesi ve hemen sonrasında yaşadıklarım film şeridi gibi geçti gözlerimden. Bugün hâlâ bunların yaşanıyor olmasına şaşırmakla birlikte
diyerek yolumuza devam ediyoruz.
#İsmail Kılıçarslan
#Mustafa İslamoğlu
#FETÖ