Eylemine tapınmak!

04:0018/01/2015, Pazar
G: 12/09/2019, Perşembe
Erol Göka

Olayların seyrinden anlaşılıyor ki, Haziran seçimine doğru ilerlerken etrafımız iki alanda eylemselliklerle kuşatılmaya çalışılacak. Bu alanlardan birincisi olan etnik gerilim hattına zaten aşinayız. Bir yandan Çözüm Süreci’ne bağlıymış gibi yapılırken bir yandan da Cizre merkezli nasıl tehlikeli hesaplar içine girme planları olduğunu Başbakan Başdanışmanı, gazetemiz yazarı Hatem Ete’nin analizlerinden anlıyoruz. Şüphesiz samimiyetle sulh sükûn isteyenler olarak, umutlarımızı ve asıl enerjimizi

Olayların seyrinden anlaşılıyor ki, Haziran seçimine doğru ilerlerken etrafımız iki alanda eylemselliklerle kuşatılmaya çalışılacak. Bu alanlardan birincisi olan etnik gerilim hattına zaten aşinayız. Bir yandan Çözüm Süreci’ne bağlıymış gibi yapılırken bir yandan da Cizre merkezli nasıl tehlikeli hesaplar içine girme planları olduğunu Başbakan Başdanışmanı, gazetemiz yazarı Hatem Ete’nin analizlerinden anlıyoruz. Şüphesiz samimiyetle sulh sükûn isteyenler olarak, umutlarımızı ve asıl enerjimizi çözüme, kardeşliğe yatırmaya devam edeceğiz ama bizimkisi asla bir “umut saflığı” olmayacak. Örgütün gizli ajandasını faş etmek için Ete’nin analizlerini takip etmenizi ısrarla öneririm. Eylemselliğin diğer alanının “ifade özgürlüğü” üzerinden olacağını, Charlie Hebdo’ya yapılan saldırının ardından ortaya çıkan olaylar göstermeye başladı. Ortalık “mizah”, özgürlük” nidalarından geçilmiyor. Özgürlük lafını her zaman suiistimal edenler açıktı tamam ama mizah, mizah olalı bu kadar mizahtan yoksun kalmamıştı.

Cizre kalkışması ve ifade özgürlüğü türü eylemselliklerin seçim sathı maili boyunca, birbirleriyle “sekülerlik” saflarında buluşturulacağını ve hesapların bunun üzerine yapılacağını söylemek, kehanet olmaz. “Sekülerlik safları” oluşturmak ve hatta dünyaya ana mesajı bu şekilde vermek, Kobani olayları dolayısıyla örgütün yaptığı PR çalışmalarında çok belirgindi. Bu çalışmalar, dışarıda da ülke içinde de meyvelerini vermeye başladı. Avrupa’daki İslamofobi ve Müslüman karşıtlığı yanlıları, gönderilen selamları memnuniyetle aldılar. Dün ulusalcılıkta mangalda kül bırakmayanlar dahi, bugün açıkça “örgüt” diyemeseler bile temsillerine olan yatırımlarını belli etmekten çekinmiyorlar. İktidarın ne pahasına olursa olsun gitmesi, seçimlerden “başarı” olmasa bile “sevindirici bir sonuç” elde edilmesi arzusu, bazılarının aklını fena halde çeliyor. Seçimlerden başarı beklentisinin gerçekçi olmadığını çoğu biliyor ama buna rağmen sevindirici sonuç beklemelerinin nedenini, ağzında bakla ıslanmayanlar söyleyiveriyorlar. Seçimlere eylemsellikle ve yayılan güvensizlikle dolu bir ortamda girilmesinin, “zinde güçler”i devreye sokabileceği umudu, onları heyecanlandırıyor.

Şüphesiz hepimiz, her davranışımızda haklı değiliz ama hayatın içinde yaşayıp giderken her birimiz kendimizi sonuna kadar haklı görüyoruz. İnsan dediğimiz varlık, böyle işte... Düşünce düzeyinde haklı olmayabileceğinizi biliyorsunuz ama hep haklıymışçasına davranıyorsunuz. Planlarını akıl ve sağduyuya, demokratik takdire göre değil de eylemsellikte toplumun zembereklerinin boşalmasına göre kuranlar, insanın bu özelliğinden yararlanmak isterler. Bir kez eylem başladı mı eylemi yapanların kendilerini haklı görme derecesinin hep artacağını, toplumun da ona göre saflaşacağını bilirler.

Seçimlerdeki tüm planlarını eylemsellik ve tezvirat sayesinde güvenin azaltılması üzerinden kuranlar, “ne yapalım başka türlü başarılı olma şansımız yok” diye kendilerini avutabilirler. Ama ülkesine ve demokrasiye bağlı olanlar, avutulmamak için dikkatlerimizi, bilinçlerimizi sürekli tetikte tutmak, oyunları gördükçe ortaya sermek, kurulan tuzakları bozmak durumundayız. Eylemsellikten, insanımızı sokağa, kavgaya çağırmaktan medet umanların asıl amacı, o girdaba bizi de sokarak bir akıl tutulmasına yol açmak, sağlıklı düşünceyi devre dışına aldırmak. Eylem girdabına girdiğimizde artık tutarlı sözün, sağlıklı tutumun anlamı kalmaz. Eylem, söze galip gelir; hiçbir konuyu oturup sakince konuşup değerlendiremezsiniz. Hangi meseleyi aklıselimle çözmek için çağrıda bulunsanız bir bakarsınız, fanatik taraflar, o konuda en kestirme yoldan giderek hüküm vermiş, tavırlarını eyleme dökmüş durumdadır. Eylemselliğin belirlediği bir ortamda mütemadiyen akla, sağduyuya geç kalırsınız. Konuşabilmek için önce kılıçlar kınına girmeli, yoğun nefret hislerinin kamçıladığı öfke atı sakinleşmeli diye beklersiniz ama istediğiniz bu ortam hiçbir zaman gerçekleşmez. Öfke atlarının kişnemesinden kılıçların şakırtısından kimse kimseyi duymaz, göz gözü görmez. Bu nedenle eylemsellik tuzağına karşı ilk yapılması gereken ne yapıp edip sakin olmaktır. Sakin olmak, güvenlik için yapılması gerekenleri yapmamak, savsaklamak demek değildir.

Yok, sakın benim böyle mücadele zamanlarında, ortalık yatıştırmaya çalışan, “sen de haklısın ama onun da haklı olduğu yanlar var” diye ara bulmak için gayret eden orta yolculardan olduğumu sanmayın. Apaçık tarafım; dünya görüşüm, inancım, olaylara bakış açım, kimin kazanmasını istediğim besbelli. Öyleyse derdim ne? Sükûnet çağrısını neden yapıyorum? Ülkemiz için, demokrasimiz için, insanımız için…

Herkesin kendisini her daim haklı sandığı kör pratiğin içinde, saf eylem alanında, hukuk ve adalet olmayacağı gibi, bir arada barış içinde yaşamak da imkân dâhilinde değildir. Sorunların gerçekten hukuk ve adalet içinde çözümünden yanaysak, barış içinde bir arada yaşamak istiyorsak öncelikle sükûneti başarmak, tuzakları bozmak zorundayız.

twitter.com/erolgoka
#eylem
#charlie hebdo
#cizre