"Bir insan ömrünü neye vermeli?"

00:006/07/2014, Pazar
G: 12/09/2019, Perşembe
Erol Göka

Her birimiz farklı dünya görüşlerine, farklı yaşam tarzlarına sahibiz, yetmiyormuş gibi yaşadığımız olaylar da farklı. Hepimiz, parmak izlerimiz kadar kendine özgü kendi kader çizgimiz boyunca ilerliyoruz. Günler günleri, olaylar olayları takip ediyor; hayattan nasibimize düşeni alıyoruz. Buraya kadar bir sorun yokmuş gibi görünüyor. Aslında var, hem de ciddi bir felsefi problem var. Herkes kendi hayatını yaşıyor, kendi ölümünü ölüyor ama eğer depresyon gibi bir psikolojik rahatsızlığa duçar olmamışsak,

Her birimiz farklı dünya görüşlerine, farklı yaşam tarzlarına sahibiz, yetmiyormuş gibi yaşadığımız olaylar da farklı. Hepimiz, parmak izlerimiz kadar kendine özgü kendi kader çizgimiz boyunca ilerliyoruz. Günler günleri, olaylar olayları takip ediyor; hayattan nasibimize düşeni alıyoruz. Buraya kadar bir sorun yokmuş gibi görünüyor. Aslında var, hem de ciddi bir felsefi problem var. Herkes kendi hayatını yaşıyor, kendi ölümünü ölüyor ama eğer depresyon gibi bir psikolojik rahatsızlığa duçar olmamışsak, yaşamımız boyunca tüm yapıp etmelerimiz de hepimiz de kendimizi haklı görüyoruz. Hem tamamen farklı hem hepimiz haklı, problem bu.

Nasreddin Hoca fıkrası, ne kadar da güzel resmediyor halimizi: Hoca kadı olarak görev yapmaktadır. Duruşmada davacı öyle ikna edici konuşur ki Hoca "Haklısın" demek zorunda kalır. Zabıt kâtibi, davacıdan sonra davalıyı içeri alır. Hoca, davalının etkileyici ve güzel konuşmasıyla adeta kendinden geçer, adam hikâyesini bitirir bitirmez "Haklısın" der. Zabıt kâtibi itiraz eder: "Muhterem kadı, ikisi de haklı olamaz!" "Sen de haklısın" der Nasreddin Hoca.

Nasreddin Hoca arifliği yüzlerce yıldan beri halk irfanına yerleşmiş bir bilgeliğin dile gelmesi. Hepimiz farklıyız, kader kirmenlerimiz her birimizin yünlerini değişik eğiriyor ama hepimiz her olayda kendimizi haklı buluyoruz. Geçen yüzyılda ortaya çıkan pragmatizm felsefesinin dayanağı, sanıldığı gibi insanın çıkarları peşinde koştuğunu ileri süren basit bir faydacı olduğu iddiası değil, işte tam da burası...

Hepimiz her düşüncemizde, yaptığımız her işte kendimizi haklı görüyoruz, başka türlü olsaydı adım bile atmaya mecal bulmazdık. Arada bir zenginlere, okumuşlara, güç sahiplerine özenip tamah eden, onların yerinde olmak isteyen sözler sarf edenlerimiz olması sizi yanıltmasın. İtiraf etmesek de içten içe hepimiz, en doğrusunu kendimizin düşündüğüne, en iyi hayatı kendimizin sürdüğüne, keyfimizin beylerde olmadığına inanıyoruz. Ekonomik hayatta eşitlik bir sağlansa dünyada tüm işlerin bir anda düzeleceğine inanan bazı safdiller, insanların niye yaşadıkları onca zorluğa rağmen hallerine rıza gösterdiklerini bu sebeple anlayamıyor.

Kendimizi her yaptığımız işte haklı görmeye teşneyiz. Büyük ihtimalle haklı görme yoğunluğumuz arttıkça hayatımıza verdiğimiz anlam da, yaşantımızdan memnuniyetimiz de artıyor. Yaşadığımız hayatta ne bizim için değerliyse hayatın anlamı da, hoşnutluk da orada olacaktır. Bunda bir beis yok. Ama ya yanılıyorsak, ya kendimizi haklılaştırmalarımız bir yanılsama, psikolojimizin bize oynadığı bir oyunsa...

Allah"tan, yapıp etmelerimiz konusundaki hikâyemiz sadece kendini meşrulaştıran bir varlık olmamızdan ibaret değil. Kimselere söyleyemiyoruz ama zihnimizde kendimizi gözleyen, yeri geldiğinde eleştiren bir bölüm daha var. Vicdanımız da bu bölümün kendimizi ve başkalarını kıyaslaması, yeri geldiğinde yargılaması sayesinde gelişiyor. Kendini gözlemleyen bölümümüz, mütemadiyen çalışıyor, arada bir özellikle kendimizle baş başa kaldığımızda değerlendirmeler yapıyor. Yaşadığımız hayatı sadece meşrulaştırmıyor aynı zamanda sorguluyoruz. O yüzden bir haksızlığa maruz kaldığımızda ve bunu hukuk yoluyla ispat edemediğimizde karşımızdaki kişiye "Gece rahat uyuyabilecek misin?" diye soruyoruz.

O güne kadar hayatı pek ciddiye almamış, oldukça zeki ve entelektüel bir yakınım, günün birinde bir tasavvuf büyüğüyle karşılaştığında hayatının akışını değiştiren şu kısa diyaloglarını anlatmıştı. Tasavvuf ehli kişi yakınıma "Halinden memnun musun?" diye sormuş, o "Evet, çok memnunum" diye cevaplayınca, peşi sıra ilave soru gelmişti: "Peki, halin senden memnun mu?"... İşte anlatmaya çalıştığım iç-dünyamızda bizi gözlemleyen yanımıza, bu "hal" karşılık geliyor. Kendimizden memnun olmamız, kendimizi haklı görmemiz yetmez halimizin de bizden memnun olması gerekir. Rasulullah"a (sav) isnat edilen duada dendiği gibi: "Ey hâlleri değiştiren Allah"ım, bizim halimizi en güzel hâle çevir!"

"Hal ilmi" diye bilinen Tasavvuf"un içinden konuşan "hal ehli" değiliz, dilimiz, söylememiz onlarla aynı değil. Modern meslek erbapları olarak "hal"in ne kadar farkındayız bilmiyorum ama ilahiyatçılar, felsefeciler ve biz psikoloji profesyonelleri, "hal"i anlatmaya çalışırken, "İyi hayat nedir?"başlığı altında konuşuyoruz. Bu konuda ileri sürülen görüşler, "otantisite meselesi" diye adlandırılıyor. "Otantik olmak" dediğimiz, hayatı halisane, hasbice, sahici bir biçimde yaşamak. Böyle yaşamayı başarabilenlere de "otantik insan" diyoruz. İnsanın, yeryüzünde kendisinden başka bir tane daha olmadığını, bu biricik oluşun ona kendisi olma sorumluluğu yüklediğini bilmektir hasbi, sahici olmak, halis bir hayat sürmek.

Allah"tan bir keder gelmezse ve gündem izin verirse Perşembe"ye buradan devam edelim, olmaz mı?