Toplumsal psikolojimiz ve siyaset

00:001/06/2014, Pazar
G: 12/09/2019, Perşembe
Erol Göka

Son iki yazımızda toplumumuzun lider merkezli oluşundan kalkarak, Erdoğan"a yönelik hınç ve nefret gösteren kesimlerin davranışlarını analiz etmeye çalıştık. Ak Parti iktidarlarının "sessiz devrim" diye nitelenebilecek icraatlarıyla toplumun ana gövdesini iktidara taşımayı, umut ve ideal oluşturmayı başarabildiğini belirttik. Ne ki aynı süreç, kimlik savrulmasına uğrayan hınç ve nefret dolu bir kesimin ortaya çıkmasına da neden olmuştu. Lider merkezli bir toplum olmak, öylesine temel bir özelliğimizdi

Son iki yazımızda toplumumuzun lider merkezli oluşundan kalkarak, Erdoğan"a yönelik hınç ve nefret gösteren kesimlerin davranışlarını analiz etmeye çalıştık. Ak Parti iktidarlarının "sessiz devrim" diye nitelenebilecek icraatlarıyla toplumun ana gövdesini iktidara taşımayı, umut ve ideal oluşturmayı başarabildiğini belirttik. Ne ki aynı süreç, kimlik savrulmasına uğrayan hınç ve nefret dolu bir kesimin ortaya çıkmasına da neden olmuştu. Lider merkezli bir toplum olmak, öylesine temel bir özelliğimizdi ki, yalnızca yeni-demokratik Türkiye"den yana olan çoğunluk değil, yenilenmeye ayak uyduramayan, kimlik savrulması yaşayanlar da çare olarak lidere tutunuyorlardı. Yeni-demokratik Türkiye"den yana olanlar, liderle karşılıklı bir özdeşim yaşarlarken savrulan bir kısım muhalifte bu süreç adeta tersinden işliyor, liderin tam aksi yönde düşünüp davranmak birinci vazifeleri oluyordu. Türkiye yeniden inşa olurken cumhuriyet tarihimizde emsali görülmemiş hınç ve nefretin nedeni, işte bu negatif kimlik inşasıydı. Türkiye"nin büyük yürüyüşünü engellemek isteyenler, bu durumu fark ettiler. Bir "diktatör Erdoğan" heyulası oluşturabilmek için ellerinden ne geliyorsa yaptılar, yapıyorlar.

Lider merkezli oluşumuz, toplumsal psikolojimizin en belirgin özelliklerinden. Erdoğan gibi karizmatik liderlerle bu özelliğimiz, daha da barizleşiyor. Bir diğer özelliğimiz ise tarih boyunca süren segmenter toplumsal yapımızın kolektif psikolojimize yansımasında kendisini gösteriyor. Kimlikler, ideolojiler, yaşam tarzları ekseninde şekillenen bir takım semboller ve değerlere göre büyük kümelere (segmentlere) bölünmüş bir toplumuz. Elbette bizde de Batı"daki gibi sınıflar var ama toplumsal işleyişte bunun önemi pek hissedilmiyor. Sınıf mücadelesi değil, segmentler arası sembol kavgası oluyor burada. Sembol kavgası, sınıf mücadelesinden daha külfetli... Sınıf mücadelesi reel, pazarlık etme ve sonuçta uzlaşma imkânı bulunuyor. Sembol kavgaları ise duygusal bir zeminde cereyan ediyor ve pazarlık imkânsız. Bu yüzden herkesi bağlayan bir sözleşme yapma geleneğimiz, yüksel mutabakatlı bir toplumsal sözleşmemiz yok. Segmenter yapımız, bizi birbirimize düşürüyor. "Öteki"miz, kendi içimizde olduğundan dışarıya karşı ortak bir hissiyatla harekete geçmekte zorlanıyoruz.

Kaderde, tasada, kederde kolayca bir araya gelemeyişimiz, şimdilerde olduğu gibi kimi zaman bazı aydınlarımızı çileden çıkarıyor. "Biz bırakın millet olmayı toplum bile değiliz!" diye feryat ediyorlar. Yok, o kadar da değil, yüzlerce yıldır olduğu gibi bugün de bir milletiz elbette. Her millet gibi bizim de hem zaaflarımız hem de birçok gururlandırıcı özelliğimiz var.

Lider merkezli, segmenter yapıda bir toplumsal psikolojiye sahip oluşumuz, hayıflanılacak, üzülecek, karalar bağlamayı gerektirecek bir durum değil. Ama bu halimize gözlerimiz de kapayamayız, kapamamalıyız. Her siyasi program, toplumsal psikolojimizi dikkate almalı. Kimse toplumsal psikolojimizin görünümlerinden yola çıkıp "biat kültürü" vs. diyerek halk ve tarih düşmanlığına bir kulp takmaya çalışmasın. Bu halimizden kurtulma adına, günah keçisi aramayalım. "Liderlere psikolojik destek" gibi naif önerilerle vakit geçirmeyelim. Psikolojik destek, hepimize lazımdır lakin sorunlarımız, tarihsel-toplumsal psikolojimizde kökleşmiştir ve çok derindedir.

Sorunlarımızın çaresi her şeye rağmen siyasettedir. Bu gerçekliğe rağmen demokrasi mümkün olduğu gibi şarttır da. Yeter ki uygun yol ve yordam üzerine kafa yoralım ve mücadeleyi elden bırakmayalım.

Bugüne kadar yapılan tartışmalar muvacehesinde bir değerlendirme yaptığımızda toplumsal psikolojimize en uygun siyasal biçimin, bize özgü bir başkanlık sistemi ve yerel, katılımcı, güçlü bir demokrasi olduğunu düşünüyoruz. Gerek hızlı ve sağlam icraatlarla yol alabilmek gerek farklılıklarımızı bir arada yaşatabilmek için hem başkanlık sistemine hem güçlü demokrasiye aynı anda mecburuz. Yolumuz belli ama uzun...

12 yıldan beri resmi ideolojinin cenderesinden kurtulmaya, Cumhuriyeti demokrasi ve özgürlüklere dayalı bir restorasyona tabi tutmaya çalışıyoruz. Cumhuriyeti tarihimizle barıştırma, başta askeri ve yargı türü olmak üzere her türlü vesayetçiliği ortadan kaldırma, herkesin her sorunda tam bir güven içinde kendisini emanet edebileceği bir hukuk düzenine sahip olma, tüm sistemimizi liyakat üzere işletme çabamız sürüyor. Özellikle adil bir hukuk ve liyakat sistemi kurmak, bu toplumsal psikolojiyle oldukça zor ve meşakkatli görünüyor. Henüz yolun başında sayılırız. Zamana ihtiyacımız var. Bekleme ve belirsizlik, insan tekinin ve toplumların en zor katlandıkları, şiddet eğilimlerinin artarak pusuya yattığı sıkıntılı hallerdir. Psikolojiye gömülmemeli, sorunlarımızı dile getiren, müzakere eden bir siyasi atmosfer oluşturmalıyız. Şimdi toplum çoğunluğunun memnun olduğu bir iktidar var ama demokrasi için segmenter yapıdan medet ummayan, alternatif programa dayalı, sahici bir muhalefet de şart. Özlediğimiz muhalefet, siyasetin itibarlı olduğu bir atmosferden neşet edecek.