Farklı yaş gruplarından, değişik kesimlerden gençlerimizi yıllardır can kulağıyla dinlemeye, anlamaya gayret ediyorum. Mesleki ilgi, bilgi ve tecrübemin yanı sıra gençlerimizi toplumun içinde de gözlemliyorum. İtiraf etmeliyim ki, haklarında en az bilgi sahibi olduğum kesim, siyasi olarak örgüte sempati besleyen Kürt gençleri... Onların ne düşünüp nasıl yaşadıklarını, ideallerini, hayallerini ancak medyadan ve sosyal medyadan takip edebiliyorum.
YDG-H, bir süredir birçoğumuz gibi benim de algı alanıma sık sık giriyor, bu yapıyı kavramaya çalışıyorum. Geçenlerde, Cizre ve benzeri yerlerde öz-yönetim ilanlarının ve yaşanan çatışmaların ardından Murat Karayılan'ın YDG-H'yi PKK'dan ayırmaya çalışan beyanını okudum: “Bu yapı, özellikle Kobanê direnişi sürecinde gelişen 6-7-8 Ekim olaylarında önemli bir rol oynadı. Hatta saldırılar karşısında Amed merkezinde bir silah mağazasının camlarını kırıp içindeki av tüfeklerini alarak yeniden silahlanmaya başladığını, yine şuradan buradan bulduğu silahlarla mahalleleri tutmaya başladığını biliyoruz. Bu olaylardan sonra üç ay boyunca Cizre'de, Nusaybin'de, Bağlar'da, Suriçi'nde, Silopi'de bu gençlik mahalleleri tuttu, hendekler kazdı ve buralara polisin girmesini engelledi. Polis saldırıları karşısında kendisini savunma yöntemi olarak bunu buldu.” Sol örgütlenmelerde gençlikle örgüt kadroları arasındaki bağı bilenler, ölüme gönderdiği gençler karşısında vicdanı hiç sızlamayan bu adamın pişkin sözlerinden, kolaylıkla YDG-H'nin PKK'nın gençlik yapılanması olduğunu çıkarabilirler. Kaldı ki, PKK kongrelerindeki öz-savunma birlikleri kurulması kararları, Kandil sözcülerinin “hendek kazın, silahlanın!” sözleri çoktan arşivlerde yerini aldı. Zaten TRT'de Yıldıray Oğur ve Ceren Kenar'ın “Burada ve Şimdi” programındaki “PKK'nın kara gömleklileri: YDG-H” bölümü, gerçekliği olanca çıplaklığıyla ortaya koyuyordu.
YDG-H, PKK'nın gençlik yapılanması, bunu anladık ama “Hangi saiklerle, Kürt gençleri bu örgüte katılıyorlar?” sorusuna da cevap vermek lazım geliyor. Örgüte sempati besleyen Kürt gençlerini hemen hiç tanımadığımı söyledim ama Allah'tan internet var, çoğu örgütün ve siyasi şiddetin reklamını amaçlasalar da bu gençlerle yapılan röportajlar, değerlendirmeler var. Onlar sayesinde bu gençlerin psikolojisiyle ilgili bir fikir geliştirmek mümkün. Alan bilgisine dayanmıyor, masa başında üretilen bilginin tüm zaaflarını taşıyor olsa da cevap vermeye çalışalım.
1990 sonrası doğan ve Kürtlerin yoğun olduğu, örgütün etkisinin bariz olarak görüldüğü coğrafyalarda yaşayan gençlerden aktarılan en önemli duygu, öfke ve hınç. Bu gençlerin durumlarını bilen ve anlatanlar, bu haleti ruhiyeyi teyit ediyorlar. Çoğu, rahmetli Şerafettin Elçi'nin “bizler barışı sağlayabilecek son nesiliz!” sözünü alıntılıyorlar. Bunlardan birisi, gençlerin öfkesinin gerekçelerini anlatırken şunları söylüyor: “En yakın zamandan geçmişe doğru; Roboski katliamı, sokakta megafonla Mehter Marşı çalan, panzerden halka küfreden polisler, faili meçhuller, köy yakmaları, 'havaya açılan ateş' sonucu hemen her gün öldürülen Kürt gençleri, Tv'lere çıkartılan Kürt siyasetçilerine 'PKK'ye terörist deyin, Kürdistan yoktur deyin!' dayatmalarını parmaklarını büyük bir hınçla ısırarak izlemiş bir nesil…”
Bu söylemin tarafgirliği çok kesin ama anlatılanların olgusal düzeyde belli bir gerçekliği olduğu da... Doğru olan olgular, özellikle devletin “Kürt realitesi”ni tanımadığı zamanlara dayanıyor, Kürt halkına dönük devletin tutumunda bariz bir düzelme olsa da yakın dönemde güvenlik güçlerinin münferit olumsuz tutumlarından ve Roboski gibi talihsiz tablolardan kaynaklanan öfke, çok kolayca eski kötü anılara eklemleniveriyor. İnternet ortamında inanılmaz bir süratle (doğru veya yanlış) bilgilerle birlikte öfke de yayılıyor ve ortak bir hınca dönüşüyor. Mütemadiyen gerçek ve/veya hayali travmalarla yüz yüze gelmiş bir toplumda beklenen bir tablo olan “zaman atlaması”, o sırada kimliklenmekte olan gençlerin zihinlerinde çok daha hızlı biçimde vuku buluyor. Kimlik arayışının merkezine yerleşen travmatik bellek, kendisine geçmişten seçilmiş, etkileyici anılar bulmakta hiç zorlanmıyor.
Hınç ve travmatik belleğe dayalı olarak oluşan etnik ve siyasi kimliğine enerji taşıyan Kürt gençlerinin şöyle ya da böyle örgütsel bir bağı bulunduğunu da düşünürsek... Örgütsel ortamda kimliklenme, belli bir şablon etrafında oluşuyor ve diğer Kürtler için sadece “etnik kimlik” olan şey, bu gençlerin bireysel ve toplumsal tüm kimlik özelliklerini baştan aşağı kapsıyor. Elbette böyle bir kimlik, oldukça sorunlu ve bu şekilde gündelik hayatın idamesi mümkün değil. Bir süre sonra hayatın başka imkân ve vaatlerle bireysel kimlikte kendisine yer açması icap eder. Öyle sanıyorum ki, tam da yeni hayatın imkân ve vaatlere yer açacağı sırada Kobane eksenli olaylar ve Rojava'da devrim olduğu hayalleri buna fırsat vermedi. Kürt gençleri bu kez örgütün umut oltasıyla yakalandılar. Örgütten ve öfkeden başka gidecek yerleri kalmadı. Vicdansızların yönettiği örgütün ise onlara ölümden başka vaadi yok. Zalim Karayılan, “kent savaşları”ndan sonra şimdi de onları “ölümsüzler taburu” adı altında metropollerde ölüme yollamaya hazırlandıklarını söylüyor.