Ramazan nedeniyle ölüm konusunda konuşmaya başladık. Uçsuz bucaksız bir derya burası, söze son yok. O nedenle çok önemli olduğunu düşündüğüm birkaç mesele daha ele alacağım. Ayrıntısına ihtiyaç olduğunda, bu yazılara da büyük ölçüde kaynaklık eden, ölüm ve matem konularında aranılan hemen her başlığın bulabileceği “Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları” kitabımı salık veririm. Ölüm bahsinde mutlaka eğilmemiz gereken noktalardan birisi de çocuklarımıza ölümü nasıl anlatacağımız.
Çocuklarımızın dünyaları çok zengin… Ölüm üzerine de düşünüyor ve konuşmak istiyorlar, sorular soruyorlar. Ama çoğumuz bu konuda çocuklarla konuşmak istemiyor, bir biçimde atlatmaya çalışıyoruz. Oysa bilmeliyiz ki, iki yaşından sonra hemen her çocuk, gelişim aşamasına göre farklılık gösterse de belli ölçülerde ölümün farkındadır. Çocuğun ölüm gerçeğiyle ilgili sorularını elden geldiğince ve uygun bir dille cevaplamaya çalışmak, her canlı için hayatın bir gün sona ereceğini anlatmaya gayret etmek lazım. Çocuklarımız, ölüm konusunda ne kadar ihtiyaçları olan doğru bilgilerle donanırlarsa, sağlıklı bir ölüm bilinci geliştirebilirler. İleride yaşamaları muhtemel bir krize, mateme hazırlanmaları ve üstesinden gelmeleri çok daha kolay olur.
Çocuklar, bilgiye susamış olduklarından yetişkinlere göre daha iyi gözlemciler. Bir diyalog sırasında da neyin söylendiği veya söylenmediğine ilişkin mesajları rahatlıkla fark ederler. Neyin nasıl söylendiğini ayırt etme hususunda inanılmaz bir yetenekleri vardır. Bu nedenle yetişkinlerin bir yolunu bulup ölüm hakkında konuşmaktan kaçınma davranışlarını hemen algılarlar. Böyle bir algı da onların ölüm konusundaki endişelerini artırır, “Haklıymışım, ölüm bilinmeyen, gizli ve kaygı verici bir şeymiş” diye düşünürler.
Hemen söyleyelim, çocuklarla ölüm hakkında konuşmanın, onlara ölümü anlatmanın genel geçer bir formülü yok. Her şeyden önce çocuğun ölüm hakkında neyi bilip neyi bilmediğini, daha da önemlisi neyi yanlış, hatalı bildiğini anlamamız gerekir. Her yaştaki çocuğun, hatta her çocuğun farklı bir ölüm tasavvuruna sahip olduğu bilinmeli, şu ilkelere uygun hareket edilmelidir: 1) Durduk yerde, uygunsuz bir zamanda değil, çocuğun hazır ve duyarlı olduğu bir sırada, ölüm konusunda konuşmaya başlanmalı. 2) Çocuğun ölüm konusunda konuşma isteği, iletişim girişimleri asla engellenmemeli. 3) Çocuğa ölüm hakkında açıklamalar, tamamen dürüstçe yapılmalı; aldatma, kandırma, kafasını çelme gibi manevralara başvurulmamalı. 4) Bir yetişkini düşüncelerini, duygularını açıkladığı sırada nasıl dinliyorsak çocuğun ölüm hakkındaki düşünce ve duygularını da aynı ciddiyetle dinlemeli, hissiyatını kabul etmeli, anlamaya çalıştığımızı belli etmeliyiz. 5) Çocukların yaşlarını, gelişim durumlarını, kişilik özellikleri hesaba katmalıyız. 6) Söylediklerimiz kısa, basit, anlaşılır netlikle olmalı; çocukların kafalarını verdiğimiz karmaşık cevaplarla daha da karıştırmamalı, kaş yapayım derken göz çıkarmamalıyız.
Bazen çocuklar durduk yerde, hiç beklenmedik sorular da sorabilirler. “Ben ne zaman öleceğim?” ya da “Anne, sen ne zaman öleceksin” diyebilirler. Burada önemli olan, soruya ille de ikna edici bir cevap vermek değil, çocuğun endişesinin önce anlaşılması sonra da giderilmesidir. Kavramın henüz tam olarak zihnine yerleşmemesi nedeniyle çocuğun dünyasında ölüm, ayrılıkla aynı şey olarak kaydedilmiş olabilir. Çocukların ölüm hakkındaki soruları, çoğu kere gerçekten ölüm hakkında olmayıp sadece ayrılık kaygısının dillendirilmesinden ibarettir. Bu kaygılar, anlaşılıp giderildiğinde genellikle soru da cevaplanmış olur. Yine benzer biçimde çocuk uykuyla ölümün aynı olduğu şeklinde öğretilmiş çocuk, uyuyan ebeveyninin öldüğünü sanıp korkabilir ya da uyku sorunları ortaya çıkabilir. Uzağa gitmeyi ölümle aynileştiren çocuklar, bir yakınının uzak bir yere gittiğini öğrendiğinde telaşlanabilir. Bu yüzden ölümü çocuklarımıza derin bir uykuya dalmakla veya uzak bir seyahate gitmekle anlatmaya kalkmamalıyız.
Benzer biçimde hastalık-ölüm ilişkisinin çocuğun iç dünyasında hatalı algılamasıyla ilgili olarak da karşımıza sorunlar çıkabilir. Uzun süre hastalık çekmiş olan bir yakınının sonunda ölmüş olduğunu öğrenen bir çocuk, nasılsa her hasta olan kişinin öleceğini sanabilir ve kendisi, ebeveyni veya bir yakını hastalandığında onun bir süre sonra öleceğini düşünebilir. Yine hatalı öğrenmelerin ve bilgisizliğin sonucu olarak yalnızca yaşlı insanların öleceğini sanan bir çocuk, genç bir insanın veya bir çocuğun ölümünü duyduğunda çok şaşırabilir, iç dünyası allak bullak olabilir ve bildiklerine, kendisine öğretilenlere inancını yitirebilir.
Elbette çocuklarımızın soruları arasında “Öldükten sonra ne olacağı?” şeklinde, ölüm-ötesi hakkında doğrudan doğruya din psikolojisi ve din eğitimini ilgilendiren sorular da vardır. Her ebeveyn, bu tür sorulara, kendi dini inançları doğrultusunda, çocuklarının ruh sağlığına en uygun nasıl cevaplar vermesi gerektiğini öğrenmekle yükümlü. Din eğitimcileri, ölümün bir son, yokluk, sönüş olmadığı şeklindeki bakışın, iyi insanların cennete gidecekleri ve mutlu olacakları anlayışının çocukların ölüm endişesinin yatıştırılmasında çok etkili olduğu kanaatindeler.