Adam Smith, bir yanlış anlaşılma şampiyonu

04:0011/07/2019, Perşembe
G: 11/07/2019, Perşembe
Erol Göka

Sanıyorum düşünce tarihinin en yanlış anlaşılan kişilerinden birisi Adam Smith’tir. “Liberal” sözü ilk kez kendisinden sonra 1812’de kullanılmış, “Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” mottosunu hiç kullanmamıştır. Özgürlüğe ve tercihe dayalı bir pazarı savunduğunu, amacının devletin ve halkın zenginliğini sağlamak olan bir “ekonomi politik”ten yana olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım.(Tıklayınız) Okumalarımı ilerlettiğimde şaşkınlığım daha da arttı. Bugün akademide “rasyonel seçim teorisi”

Sanıyorum düşünce tarihinin en yanlış anlaşılan kişilerinden birisi Adam Smith’tir. “Liberal” sözü ilk kez kendisinden sonra 1812’de kullanılmış, “Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” mottosunu hiç kullanmamıştır. Özgürlüğe ve tercihe dayalı bir pazarı savunduğunu, amacının devletin ve halkın zenginliğini sağlamak olan bir “ekonomi politik”ten yana olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım.


(

) Okumalarımı ilerlettiğimde şaşkınlığım daha da arttı. Bugün akademide “rasyonel seçim teorisi” diye bilinen ve Adam Smith’e bağlanan, insan davranışlarını hep kişisel çıkarların belirlediğini ileri süren bir görüş ortalığı kasıp kavuruyor. Ama bu görüş de onun Adam Smith’ten kaynaklandığı tezi de tamamen hatalı.

Adam Smith’in yanlış anlaşılması, sadece “Milletlerin Zenginliği” eseri esas alınarak, bu kitaba temel teşkil eden “Ahlaki Duygular Teorisi” adlı çalışmasının tamamen göz ardı edilmesinden kaynaklanıyor. Smith’in ahlak anlayışında insanın sempatiye, onay görme isteğine ve adalet erdemine dayalı müspet özellikleri, ekonomi anlayışında ise kişisel çıkar odaklı bir bakış söz konusu. Ama O, hiçbir zaman insan davranışının altında her durumda kişisel çıkarın yattığı gibi bir görüşü hiç savunmadı.

Smith, “Milletlerin Zenginliği”nde “Yemeğimizi, kasabın, biracının ya da fırıncının iyilikseverliğinden değil, kendi çıkarlarını kollamalarından bekleriz. Onların insanlığına değil, ben sevgisine hitap ederiz. Hiçbir zaman kendi ihtiyacımızı ağzımıza almaz, onların kendi faydasından söz ederiz” (s. 216) gibi kişisel çıkara vurgu yapan cümleler kurdu. Ama dikkat edilirse, buralarda konu, davranışlarımızın saikleri değil toplumsal iş bölümü. Smith, bunları söylerken iş bölümünün neden ve nasıl işlediğini, evrensel refahın kaynağı olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Ticari işlemler sırasında tarafların kendi çıkarlarını ve karlarını düşünüyor olmaları, pek tabiidir. Buradan yola çıkarak insan davranışına sadece ben sevgisinin ve çıkarın yön verdiğini söylemek abesle iştigal. Smith, hiçbir yerde insanın temel amacının kişisel çıkar olduğunu söylemediği gibi ekonomik refahın sadece insan davranışına bağlı olarak izah edilmesi onun bakışına taban tabana zıt.

Adam Smith, sadece kişisel çıkara ve akılcılığa dayalı bir bakışın insan davranışını anlamaya yetmeyeceğini, mutlaka cömertlik, yardımseverlik ve sosyal sorumluluk gibi erdemlerin de işin içine katılması gerektiğini savunur, en yararlı erdemin ihtiyatlı davranış olduğunu söyler. Ama ihtiyatlı davranış, asla kişisel çıkar ile aynı kefeye konamayacak “kendine hâkim olma” özelliğinin bir sentezidir.

Smith’in ahlak ve ekonomi anlayışının çelişkili değil kendi içinde tutarlı olduğunu savunanlardan birisi olan Amartya Sen’e göre, günümüz piyasa ekonomisinin üç bileşeni var. Bunlardan birincisi, piyasa ekonomisinin kendi kendini düzenleyici doğası, ikincisi rasyonel davranışın temeli olarak kar motivasyonu ve toplumsal üreticiliği sağlayan kişisel çıkar anlayışı… Bu üç anlayışı bir arada Smith’te bulmak imkansız. Kapitalizm kavramını hiç kullanmadığı gibi piyasa ekonomisinin kendi kendine yeterli olduğuna asla inanmamıştır. Onun piyasa ekonomisinin dinamizmini ve faydalarını, serbest ticaretin ve uzmanlaşmanın lüzumunu vurguladığı gerçek ama piyasa süreci ve kar motivasyonunun olumsuz yanları da bulunuyor. Bu olumsuz yanları elden geldiğince gidermek için düzenleyici piyasalarda devletin rolü Smith’in yaklaşımında çok önemli. (Belli ölçülerde eğitim ve sağlık dahil olmak üzere) kamu hizmetleri için devletin yeterli gelir elde etmesi ve halkın geçiminin sağlanması, politik ekonominin iki temel konusu. Amartya Sen, Smith’in esas derdinin sosyal adaletin nasıl edileceği olduğunu, bu amaçla kurumlar, davranışlar ve karşılıklı etkileri ele aldığını belirtir. Smith, lükse, gösteriş ve şatafata karşı, tutumluluktan yanadır.

Adem Levent Hoca, İnsan ve Toplum Dergisi’ndeki “İktisadı yeniden felsefeyle buluşturmak: Amartya Sen’in Adam Smith okuması” başlıklı yazısında, “Sen’in Smith yorumu, kapitalizmi köklü bir şekilde sorgulamaktan uzaktır. Bu yorum daha çok kapitalizmi etik zemine çekme isteğinden doğmaktadır” diyor biraz da eleştirel bir bakışla. “Kapitalizmi etik zemine çekmek”, az bir şey mi? Üretim tarzı, üretim ilişkileri ve üretici güçler tarafından şekillendirilir ve büyük ölçüde insan iradesinden bağımsızdır. Ama ahlaki bir varlık olmak insanın elinde. Bugün etik ve ekonominin birbirinden koptuğu kapitalizme ve onun her türlü komplikasyonuyla boy gösterdiği tüketim toplumuna ahlaki bir budama gerekiyor. Devleti her alanda giderek köşeye sıkıştırmak olarak anlaşılan neo-liberal bakışın yerine devleti ve halkı zenginleştirmeyi amaçlayan ekonomi politiği yeniden ihya etmek gerekiyor. Adam Smith’i, bir de kapitalizme maruz bırakılan Müslümanların okumasına ve yorumlamasına ihtiyaç var. A. Mesud Küçükkalay Hocanın “Adam Smith” (Ketebe Yayınları) kitabı tam da böyle bir zamanda yayınlandı.

#Adam Smith
#Liberalizm
#Adem Levent