Apartman gördüğüm gün dünyam değişmişti. Henüz ne televizyon görmüştüm ne de gazete. Apartman adını ilk defa Keban Barajı’yla beraber duyuyordum. Babam ve dayım baraj altında kalacak tarlalarımızdan alacakları paralarla apartman yapacaklardı. Çoğu akşam, köy evimizde bunlar konuşuluyordu. Babam ve amcamların hareketlerinden heyecan, umut ve sevinç fışkırıyordu. Ama apartmanı tam kafamda canlandıramıyordum, ne olduğunu bilmiyordum. Ancak bir kış günü, ilk okuldaki başarımı ödüllendirmek için, ailem beni amcamların şehirdeki evlerine kalmaya gönderdikleri zaman apartmanda kaldım. İlk defa apartmanla orada tanışmıştım. İçine girdiğim dünya beni derinden etkilemişti. Apartmanda neler yoktu ki? Evin içinde musluktan akan sular, tuvalet, banyo, tabanlardan sarkan ışıklı avizeler, elektik lambaları, mozaik yerler…Hepsi büyülemişti beni. Bunların hiç biri yoktu köyde. Bu büyülenme ile köye döndüğümde kendimi uzun süre diğer köy çocuklarından ayrıcalıklı hissetmiştim. Apartmanda geçirdiğim bir haftada ayrıcalıklı biri olup çıkmıştım!
Zaman ilerledikçe şehrin iki katlı ahşap ve kerpiç evleri yıkılarak yerine beton apartmanlar yükseldi. Baraj paralarıyla zengin olanlar, zenginliklerini büyük apartmanlar dikerek gösteriyorlardı. Zenginler arasında bir apartman yarışı başlamıştı. Özellikle cadde üstünde apartman sahibi olmak en saygın şeydi. Halamlar bu gruptandı. Üstelik apartmanlarında kalorifer de vardı. İlk defa onlarda gördüm kaloriferi. Apartman beni burada ikinci defa büyülemişti. Okaylar Apartmanı! Hiç unutmuyorum, şehrin en büyük apartmanıydı. Kaloriferliydi. Köylerden gelen zengin ağa çocukları ve üst düzey bürokratlar oturuyordu. Demirel ailesi bile burada ağırlanıyordu. Bu apartman beni hem büyülüyor hem de suskun bırakıyordu. Zengin iş adamlarını ilk defa orada tanıdım, onları sessizce dinledim.
Apartman bizi betonla tanıştırdı. İnsana çarpan kokusu vardı betonun. Sertti, ama köyde tanıdığımız, yamaçlarda yuvarlattığımız, üstüne çıkıp eğlendiğimiz taştan çok farklıydı. Sertliği sadece fiziğinden kaynaklanmıyordu. Sertliği, üzerinde estetik namına bir şey taşımamasından geliyordu. Artık şehrin her köşesinde beton kalıpları, beton direkleri, beton duvarları, beton kaldırımlar ve beton evler vardı. Şehir, betonlaşıyordu. Şehrin hemen bitişiğinde kocaman bir çimento fabrikası da beton için hammadde üretiyordu. Buradan yükselen dumanlara dakikalarca bakardım bazen pencereden. Daha sonra bu dumanlarla şehrin zehirlendiğini öğrenecektim. Ama çocukluğumda bu fabrika ve beton benim için şehirdi, medeniyetti, hayattı.
Şehir artık apartman ve betonla beraber kerpiç evleri kovuyordu. Demir de bunlara eşlik ediyordu. Her taraf inşaatlarla dolmuştu. İnşaatların kenarında, yolda yürürken üzerine basıp geçtiğimiz demir çubuk demetleri vardı. Bu demirler bükülüyor, kesiliyor ve kalıplar içine yerleştiriliyordu. Demir, apartmanı ayakta tutan güçtü. Betonun onsuz yapamadığı kudretti. Demir, beton ve apartmanla el ele verip yeni binalar halinde boy göstermeye başladılar. Aralarında derin, kopmaz, şeytani bir dostluk vardı. Şehir artık üç varlığa dayanarak gelişiyordu: Beton, demir ve apartman. Kerpiç, toprak ve iki katlı cumbalı evler tarih oluyordu. Zaten yıkık görüntüleri, çatlayan duvarları ve iyice bakımsızlıktan eskimiş halleriyle bizi uyuz ediyorlardı. Topraktan kaçıyorduk köyden. Kerpiç evlerin daracık, bakımsız ve tozlu hallerinden hoşlanmıyorduk. Apartmana koşuyorduk. Apartman bizim için temizlik, zenginlik, şehir demekti. Topraktan ve taştan betona, kerpiç evlerden de apartmana koşuyorduk. Halamlarda gördüğüm asansörlü ve kaloriferli apartman, beni derinden etkilemişti. Ona kavuşmak yıllar sonra mümkün oldu. Hayatımızın yarısı geçtikten sonra…
Şehirlerimiz artık beton, apartman ve demir ile kuşatıldılar. Şehir betondur, demirdir, apartmandır. Hayat da apartmanla çevrili beton ve demir kafestir. İnsanlarımız da şehirlerimize benziyor artık. İnsanlar da betonlaştı. Sert, ruhsuz, renksiz nesnelere dönüştüler. Tepkilerini de daha fazla “üşüyen ruhları”yla veriyorlar. Hırslar ve apartmanlar beraber yükseliyor. Hırslar arttıkça apartmanlar da garip bir biçimde yükseliyor. Tanpınar’ın “ruhu olan şehir”leri yok artık. İçinde ruh taşımayan şehirler, ruhu olan insanları nasıl taşıyacak? Zamanların hem içinde hem de dışında, anların akışında yaşayan şehirlerimiz yerine “apartman zamanlarına” mahkum şehirlerimizde nasıl yeni zamanları keşfedeceğiz?
Artık ne apartman büyüm kaldı ne de şehir. Yeniden kerpiçli, toprak ve iki katlı çocukluk evimi arıyorum. Betondan ve apartmandan kurtulmak istiyorum. Gökyüzüyle, ayla, yıldızlarla kucaklaşmak istiyorum. Rüzgârın sesine, yağmurun sesine, ağaçların sesine, öten horozların sesine uyanmak istiyorum. Apartmanın esaretinden kurtulmak ve yeni zamanlarda keşfe seyahat etmek istiyorum.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.