Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kararıyla Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak serbest bırakıldılar. Anayasal düzeni, TBMM’yi ve T.C. Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek ve terör örgütüne üye olmamakla beraber örgüt adına suç işlemek iddiası ile dava açılmıştı. Yerel mahkeme, 2017 yılında tüm sanıklar hakkında müebbet hapis cezası vermişti. Mehmet Altan, Ahmet Altan, Ali Bulaç, Nazlı Ilıcak, Şahin Alpay ve Mümtazer Türköne gibi aydınlar bu yelpazede yer alıyordu . Sonra yargılamalar sürecinde
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kararıyla Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak serbest bırakıldılar. Anayasal düzeni, TBMM’yi ve T.C. Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek ve terör örgütüne üye olmamakla beraber örgüt adına suç işlemek iddiası ile dava açılmıştı. Yerel mahkeme, 2017 yılında tüm sanıklar hakkında müebbet hapis cezası vermişti. Mehmet Altan, Ahmet Altan, Ali Bulaç, Nazlı Ilıcak, Şahin Alpay ve Mümtazer Türköne gibi aydınlar bu yelpazede yer alıyordu . Sonra yargılamalar sürecinde serbest bırakıldılar (Mümtaz’er Türköne hala içerde). Üst mahkeme, yerel mahkemenin kararlarını onaylamadı.
Bu yargılanmalar FETÖ yapılanmasının medya ayağı olarak değerlendirilen bir yaklaşımla yapılmakta. Çünkü Ahmet Altan hariç, diğer aydınların hepsi de Gülen yapısının gazetelerinde ve televizyonlarında 15 Temmuz darbesine kadar yer aldı. Bu aydınlar, bütün yazı hayatları boyunca Türkiye’de liberal ve demokratik bir siyasal düzen için mücadele ettiler. Bu vasıflarıyla öne çıktılar. Hatta 28 Şubat darbesi döneminin olağanüstü baskı dönemlerinde de bu liberal demokrat tutumlarını sürdürdüler. Muhafazakârların haklarını savundular. Özgürlük ve insan haklarının yanında yer aldılar. Başörtüsünü ve dışlanan Milli Görüş’ün partileri yanında yer alanlar oldu. Örneğin Nazlı Ilıcak Fazilet Partisi milletvekili oldu ve Meclis’te ilk başörtülü vekil olan Merve Kavakçı’yı savundu. Altanlar, her zaman demokrasi bağlamında İslami kesimin özgürlüklerini dile getirdiler.
Ancak aynı aydınlar, 2013 yılında ortaya çıkan yeni durumda pek iyi bir sınav veremediler. Gülen yapısının mahrem boyutları dışa vurmaya başladığı bu tarihlerde, FETÖ medyası yanında yer aldılar. Gülenciler, Başbakan Erdoğan ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı Tevhit-Selam terör örgütü lideri olarak gösterip tutuklamaya yöneldiler. İslami kesimde bir çok yazar ve aydın da bu sözde örgüte dahil edilmişti. Arkasından Gülen yapısının meşru hükümete karşı zehir zemberek bir muhalefeti medyada temsil edildi. Hatta meşru başbakanı yargılamayla tehdit eden, AB’yi ve NATO’yu müdahaleye davet eden bir propaganda yürütüldü. Bu süreçte bu aydınlar ne yaptı? Yerel mahkemenin iddia ettiği gibi davranmadılar. Ancak bir demokrat liberal aydın tutumunu da almadılar. Tam tersine, FETÖ’nün medyasındaki zehirli propagandayla bütünleşen bir söylem içine yerleştiler. Bu aydınlar, yazılarında meşru seçilmiş hükümeti yerinden etmeye yönelik tehdit dilini kullandılar.
Gülen yapısının mahrem yüzü ortaya çıktığı ve meşru hükümeti çeşitli tehditlerle yerinden etmeye yönelik propagandasının üretildiği zamanlarda bu aydınlar, demokraside bu tür söylemlerin yerinin olmadığını söyleyemediler. Ak Parti iktidarını meşru bir dille eleştiren platformlara yönelmediler. Kendi özerkliklerini koruyarak yeni bir meşru muhalefet alanı da üretmediler. Bunun yerine artık demokrasi ile kavgaya yönelen, meşru bir biçimde seçilen Başbakan Erdoğan’ı tehdit ile yerinden etmeye yönelik zehirli propagandanın içindeki yerlerini korumayı tercih ettiler.
Evet! Yerel mahkemenin TBMM’yi, Anayasal düzeni ve T.C.Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme iddiası oldukça tartışmalı bir iddia. Çünkü bu aydınlar hayatları boyunca her zaman şiddet ve cebire dayalı değişim taleplerinden uzak durmuşlar. FETÖ ile organik bir medya ilişkisi içinde de olduklarını söylemek de pek mümkün değil. Ayrıca FETÖ’cü medyacıların en önemli isimleri yurtdışına kaçırıldı. Ama bu aydınların büyük bir mesuliyeti var. O da meşru hükümeti devirmek üzere propaganda yapan, terör örgütü düzmecesini hazırlayan bir yapı içinde yazmaya ve konumlarını sürdürmeye devam etmeleridir. Bu tutum ne demokratlıkla, ne liberallikle ne de aydın tutumu ile bağdaşır. Bundan dolayı söz konusu aydınların hukuktan daha fazla millete ve kamuoyuna karşı kendi tutumları hakkında öz eleştiride bulunma sorumlulukları var.
Kamuoyunda kendilerine karşı hukuk bağlamında haksızlık yapıldığı tutumunu öne çıkararak mesuliyetlerinden kurtulmazlar. Ali Bulaç da, Mehmet Altan da, Mümtazer Türköne de Şahin Alpay da neden meşru hükümeti tehdit eden, başbakanı terör örgütü lideri gösteren ve sonunda da darbeye girişen bir yapının içinde farklı bir tutum almadılar? Onlardan ayrılmadılar? Kamuoyuna bir açıklama ve öz eleştiri yapma sorumlulukları bulunmaktadır. Darbeye giden süreçte üretilen söylemle beraberlik ve bütünleşme sorumluluklarını açıklamak zorundadırlar.