Dünya sıcaktan kavruluyor. Birçok ülkede yangın alevleri göğe yükseliyor. Ülkemizin ciğerleri yanıyor. Köyler ve kasabalar ateş altında. Ateş ve duman Anadolu’yu kuşatıyor. Birkaç gün önce Elazığ’da, benim çocukluğumun geçtiği dağlarda da ateş sabahlara kadar ağaçları, bitkileri, hayvanları yaktı. Vatanımız nefes almakta zorlanıyor. Ekilen, emek verilen, toprağı yeşile boyayan binlerce hektarlık yerler yanıyor. İnsanlarımız ölüyor. Hayvanlar ve bitkiler ölüyor. Cehennemin yeryüzüne düşen bir parçasına
Dünya sıcaktan kavruluyor. Birçok ülkede yangın alevleri göğe yükseliyor. Ülkemizin ciğerleri yanıyor. Köyler ve kasabalar ateş altında. Ateş ve duman Anadolu’yu kuşatıyor. Birkaç gün önce Elazığ’da, benim çocukluğumun geçtiği dağlarda da ateş sabahlara kadar ağaçları, bitkileri, hayvanları yaktı. Vatanımız nefes almakta zorlanıyor. Ekilen, emek verilen, toprağı yeşile boyayan binlerce hektarlık yerler yanıyor. İnsanlarımız ölüyor. Hayvanlar ve bitkiler ölüyor. Cehennemin yeryüzüne düşen bir parçasına şahit oluyoruz. Hem ibretler hem de acılar içinden geçiyoruz. İbret de almak, acı da duymak bir duyarlılık ve nasip meselesi.
Yangınlar kül olan ormanlarımız, hayatını kaybeden insanlarımız ve yok olan mahlûkatla sınırlı değil. Bu yangına ilişkin toplumsal refleksler çok daha önemli. Ona karşı üretilen algılar ve geliştirilen dil bir hayli düşündürücü. Yangın kadar önemli. Çünkü orman yangınları mahlûkatı ateşler içinde kavururken, yangınla ilgili verilen bazı tepkiler de toplumu, zihinleri, algıları ateşe veriyor. Türkiye’de yaşadığımız budur. Bu nedenle ormanı yakan ateş kadar tehdit edici.
Orman yangınlarını toplum yangınlarına çeviren bir dil ve refleks yükseliyor. Etnik gerginlik üzerinden yangını topluma taşımak istiyorlar. Konya’da bir eve yapılan ve aynı aileden 7 kişinin katliamına yol açan hadise de bunlar için bulunmaz fırsat oldu. “Kürtlerin evi ateşle verilmiş!”. Etnik ayırımcılık, ırkçılık ve çatışma peşinde olanların istediği bir yangın fırsatı.
Yangına karşı başka bir algı üretimi ve refleks de “saray yapıyorlar, ama uçak almıyorlar”, “THK uçakları çürümeye terkedilmiş ve kullanılmıyor”, “hani başkanlık sistemi her şeyi çözecekti” söylemlerle kendisini dışa vuruyor. Orman yangınlarını başkanlık sistemine indirgeyerek açıklayan tuhaf bir bilinç bu da. Çocuksu bilincin pratik bir olguyu politik alan üzerinde algılama tarzı. Rasyonel eleştiriler ve zor zamanda dayanışma tutumu ufukta gözükmüyor. Acılar, yangınlar, ölümler, vatanın kaybı bizleri kolektif bir tutuma yöneltmiyor. Politik olan, akılsal olandan uzaklaşıyor. Kutuplaşma ve çatışma söylemlerine dayalı algılar en zor zamanlarda bile varlığını sürdürüyor. Yangın, ölümler ve milli servetin zayi olma manzarası karşısında bile ortak bir his duyamıyoruz. Siyasal aşırılık bu defa yangınlar üzerindeki spekülasyonlarda tezahür ediyor. Seferber olan, çaba gösteren, söndürme peşinde koşan faaliyetler yok sayılıyor.
Hâlbuki toplumlar büyük yıkımlar ve acılar karşısında tartışmayı bırakır ve kolektif bir dayanışma içine girer. Yıkım ve acılar sonlandırıldıktan sonra oturulup neden çıktı diye tartışmaya, sorgulamaya ve konuşmaya başlar. Oysa biz ormanlar yanarken, canlılar cayır cayır kül olurken tartışmalara giriyoruz. Bir kova suyu eline alıp yangına koşmak varken tartışıyoruz. Acının içinde cedelleşiyoruz. Nasıl bir toplum bilinci bu?
Yangını, yangın olarak görmek, yangını yangın olarak göstermek neden bu kadar zor? Problem öncelikte yangından daha fazla yangına yaklaşan bilinçlerde. Çocuksu bilinçler, öfkeli bilinçler, akıl dışı bilinçler, aşrı bilinçler, fanatik bilinçler, karşıtlığa bilenmiş bilinçler… Bu bilinçler ormanlardaki yangını topluma taşıyor. Bunun da farklında değiller. Oysa hepimiz aynı ormandayız. Tutuşan ormanda belli ağaçlar, belli bitkiler, belli hayvanlar “yanmayacak” diye nasıl ki ayrılmıyorsa topluma gelen yangında da kimse ayrıcalıklı olmayacak. Herkesin hayatı, malı, çocukları, evi ve geleceği tehdit altında olacak. Ülkenin yanması, toplumun yangına tutuşması hepimizin cehennemi yaşaması demek. Ne bu millet bunu hak ediyor, ne de bu ülke. Hepimizin önce bu yangınları söndürmek ve engellenmek için el ele tutuşma zamanı. Bundan ibret alma ve kurtulma zamanı. Vatanımızın ciğerlerini, karıncaları ve kuşları, çiçekleri ve arıları kurtarma zamanı. Varlığımızın evini kurtarma zamanı. Sonra da nedenlerini sorgular ve tartışırız.