Genç kız Ceren Özdemir’i hunharca katleden Özgür Arduç’un biyografisi çok şey anlatıyor. Bir katilin tutumları kadar onunla ilişki kuran kurumlar ve yine onun üzerine yazılan raporlar meseleyi daha iyi anlamamızı sağlıyor. Bu yönüyle mesele sadece katilin bireysel biyografisi ile bitmiyor. Aynı zamanda bu şahsı kontrol eden/kontrol edemeyen ve teşhis eden/edemeyen kurumların ve uzmanların da yerini anlamak gerekiyor.Katil Özgür Arduç ve içinden geçtiği kurumlar üzerinde yoğunlaşınca şiddetin fotoğrafı
Genç kız Ceren Özdemir’i hunharca katleden Özgür Arduç’un biyografisi çok şey anlatıyor. Bir katilin tutumları kadar onunla ilişki kuran kurumlar ve yine onun üzerine yazılan raporlar meseleyi daha iyi anlamamızı sağlıyor. Bu yönüyle mesele sadece katilin bireysel biyografisi ile bitmiyor. Aynı zamanda bu şahsı kontrol eden/kontrol edemeyen ve teşhis eden/edemeyen kurumların ve uzmanların da yerini anlamak gerekiyor.
Katil Özgür Arduç ve içinden geçtiği kurumlar üzerinde yoğunlaşınca şiddetin fotoğrafı net bir biçimde ortaya çıkıyor. Hapishaneden başarılan firarlar, devlet kurumlarının yanlış raporları, psikiyatrların yanlış değerlendirmeleri ya da eksik değerlendirmeleri, aynı zamanda katilin son davranışını üreten bu sürecin kendisidir! Yani katliama giden süreçte yer alan kurumlar, raporlar ve ilişkiler maalesef oldukça etkili. Biyografisiyle bunu daha netleştirelim.
Katilin babası Hüseyin Arduç, 1989 yılında cinayet işliyor. Cezaevinde çıkınca da kendisi öldürülüyor. Özgür Arduç henüz dört yaşındadır ve akrabaları tarafından yetimhaneye verilir. Biyografinin bu başlangıcında katilin katil bir baba sürecinden geçtiği ve dört yaşında iken aileleri tarafından yetimhaneye koyulduğu önem taşıyor. Yetimhane ortamında ne yaşadı? Nasıl büyüdü? Akranları ile ilişkileri nasıldı? Onu katil olmaya götüren bu dönemde yaşanan olayların etkisi var mıdır? Henüz bunları bilmiyoruz.
Özgür Arduç, ilk defa 2005 yılında cinayet suçundan tutuklanarak cezaevine atılıyor. Geçtiğimiz yıl oradan açık cezaevine alınıyor. Buradan firar ediyor. Tekrar yakalanıp yine kapalı cezaevine kapatılıyor. İyi hal durumu nedeniyle yeniden açık cezaevine aktarılıyor. Burada ikinci defa firar ediyor. Hakkında yakalama kararı çıkarılıyor. O da dışarıda çeşitli metruk yerlerde ve inşaatlarda yatıp kalkıyor.
Dikkat ederseniz ciddi suç işleyen ve üstelik firar eden birisi yeniden açık cezaevine konuluyor. Bu cezaevi sürecinde psikiyatrik durumu ile ilgili hiç mi bir gözlem yapılmadı? Hiç mi anormal davranışlarına rastlanmadı? Arka arkaya iki defa firar eden ve yaklaşık 12 suç işleyen birisinden bahsediyoruz.
Katil Arduç, 2005 yılında iki defa da askerlikten firar ediyor. Arkasından yine askeri cezaevinde isyana kalkışıyor. Sarıkamış Askeri Hastanesi psikiyatr bölümüne sevk ediliyor. Psikiyatri kliniği teşhis koyuyor: “çocukluğundan beri otoriteyle problemli olduğu, impulsibve (davranışlarına bir sınır koyamayan) saldırgan, askerliğin gerekliğini yerine getirmediği, suç işlemeye meyilli olduğu anlaşılmaktadır” ve arkasından “askerliğe elverişli değildir” denerek terhis ediliyor. Bu teşhis ve rapora göre ciddi ruhsal ve akıl sorunu olan bir insan nasıl terhis ediliyor? Nitekim terhis edildikten birkaç ay sonra birisini bıçaklıyor. Devlet hastanesinde muayeneye götürülür. Arkasında da rapor yazılır. “Cezai ehliyetini etkileyecek düzeyde psikiyatrik hastalık tespit edilmediği” teşhisi konur. Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas kurulunun raporunda da “anti-sosyal kişilik bozukluğunun tek başına cezai sorumluluğu etkilemeyeceği” kaydı geçer. Yine büyük bir hata ya da ihmalkarlık!
Bu kurumlar, bu raporlar, bu firarlar sürecine dikkat ettiğimiz zaman ciddi akıl sağlığı olan ve suç işleyen birisi ile doğru dürüst bir ilişki kurulamadığını görüyoruz. Cezaevleri ve sağlık yetkilileri çalışmalarını yetkin bir biçimde yerine getiremiyorlar. Teşhis, denetim, gözleme ve kontrol süreçleri doğru çalışmıyor. Akıl hastası bir biyografi, bu süreç ve ilişkiler içinden geçerek sonunda büyük bir katliama ulaşıyor! Katliam ona göre bir “av”. Güçsüz kadınları seçiyor. Hapishanede iken öldürmeyi aklına koyuyor. İtirafı ile kendisini apaçık bir biçimde anlatıyor:
“ Param olsa silah alacaktım ama param yoktu. Katliam yapmak istiyordum. Zıpkın çalmayı da düşündüm ama ancak bıçak çalabildim. ‘Bıçağın karşısında kim durabilir bir bakayım’ dedim. Bir bıçak darbesinde öldürebileceğim kişiler aradım gözlerimle. …Hapisteyken mutlaka birilerini öldürmeliyim’ diye kafamda tasarladım... Kıyafet, meyve sebze çalarak yaşadım. Başka kadınları takip ettim. Kalabalığa karıştıkları için bir şey yapamadım. Ceren Özdemir’i yaklaşık 4 km takip ettim. Güçsüz kadınları kendime hedef seçiyordum… Cinayetten sonra inşaatta sabahladım. Sabah kendime yeni avlar aradım ama fırsat bulamadım”.
İnsanı donduran bir itiraf. Katilin akıl sağlığının sorumluluğu kadar zamanında onu doğru teşhislerle, doğru cezalarla, doğru gözetim ve kontrollerle yönetemeyen süreçlerin de büyük sorumluluğu var.