Avrupa Şampiyonası ve Olimpiyatlarla birlikte spor anlamında çok hareketli bir yaz geçirdik. Bu serüven ülke olarak bizim adımıza pek iç açıcı değildi. Bunun üzerine eğilmemiz, nedenlerini tespit edip, “daha iyisini nasıl yaparız?” konusunda kafa yormalıyız. Bu ayrı bir yazı konusu; onun üzerine ileriki günlerde bir yazı yazacağım. Tabi uluslararası birçok spor organizasyonuna rağmen, bizim gözümüz Süper Lig’i beklerken yollarda kalmıştı. Her ne kadar patırtısı kütürtüsü bitmese de seviyoruz bu
Avrupa Şampiyonası ve Olimpiyatlarla birlikte spor anlamında çok hareketli bir yaz geçirdik. Bu serüven ülke olarak bizim adımıza pek iç açıcı değildi. Bunun üzerine eğilmemiz, nedenlerini tespit edip, “daha iyisini nasıl yaparız?” konusunda kafa yormalıyız. Bu ayrı bir yazı konusu; onun üzerine ileriki günlerde bir yazı yazacağım. Tabi uluslararası birçok spor organizasyonuna rağmen, bizim gözümüz Süper Lig’i beklerken yollarda kalmıştı. Her ne kadar patırtısı kütürtüsü bitmese de seviyoruz bu ligi.
Kendi içerisinde ayrı bir dinamiği olan, rekabetin saha içerisinde olup bitenden ziyade saha dışına taştığı şahsına münhasır bir futbol ortamımız var. Hatta 1970’li yıllarda Rüçhan Çamay’ın söylediği, daha sonra Kemal Sunal’ın filmlerinde dinlediğimiz, “Para para para, varlığı bir dert yokluğu yara” şarkısı gibi... Süper Lig de öyle bir ortam... Varlığı bir dert, yokluğu yara...
Şahit olduğunuz üzere daha ilk haftadan başladı şenlikli ortam! Galatasaray maçı oynanırken Fenerbahçeliler, Fenerbahçe karşılaşması oynanırken Galatasaraylılar; hakem kararları üzerinden göndermeler, paylaşımlar yaptılar... Hatta ilk haftadan yöneticiler ve teknik adamlar da dahil oldu işe... O yüzden diyorum şahsına münhasır bir futbol ortamımız var diye... Başka yerde buna rastlayamazsın. Biz ise efsane Johan Cruyff’un “Benim Oyunum” kitabında anlattığı varyeteleri bekliyoruz sahada... Gerçi Cruyff, aynı kitabın girişinde “Oyunculuğumda öğrendiklerimin çekirdeğinde, her şeyden üstte gereksinilen dört şey var: İyi çim, temiz soyunma odaları, ayakkabılarını kendi temizleyen futbolcular ve sağlam kale ağları...” der... Bakın ilk madde iyi çim... İyi futbolun olmazsa olmazı; iyi çim...
Hemen kameralarımızı Sivasspor-Trabzonspor ve Samsunspor-Beşiktaş maçlarına çevirelim; ki onlar büyük takımların maçları olduğu için dikkat çekiyor. Ekseriyetle her yerde durum benzer... Sakatlığa davetiye çıkaran, teknik futbolcuların maharetlerini sergilemesinden, teknik direktörün taktiğine kadar her şeyi etkileyecek zeminler... Yanlış olmasın, ben 10 sezon önce yazdığım yazılarda da zeminden bahsediyordum; muhtemelen 10 sezon sonra da yine aynı sorundan bahsedeceğim... Diyeceğim o ki; 1-2 ay uzak kaldığımızda özlemle beklediğimiz Süper Lig’imizde keşke ilk haftadan oyunu sahanın dışına çekmeye çalışmak yerine, keşke sahanın içerisini, zeminini halletmiş olsak... Zemin bir örnek; varın siz tümevarım...
Oyunlara gelince; en hazır olmayanı Trabzonspor. Ufukta değişiklikler görünüyor. Galatasaray’da da sıkıntılar var. Son dakika golüyle şimdilik üstüne çarşaf çekildi ama belli ki orada fokurdayan bir kazan var. Fenerbahçe’de Jose Mourinho oyundan ziyade skor olarak maçları kazanmak, taraftar ise sezonu kazanmak istiyor. Hatta ne olursa olsun, oyunu görmezden gelerek kazanmak istiyor. Haklılar da. Dile kolay; 10 sezon... Kazana kazana gittiği sürece oyun çok göze batmaz, iyi oyuna Jorge Jesus ve İsmail Kartal ile doymuş ama şampiyon olamamış bir takım için, skor bu sezon oyunun önüne geçebilir... Beşiktaş aralarında en iyi başlangıç yapan takım oldu. Yeni transferler, özellikle de Rafa Silva büyük fark oluşturacak. Ancak sükseli Galatasaray galibiyeti ve Samsun’daki 3 puana rağmen, Beşiktaş’ın “En iddialı benim” demesi için sağlam bek, orta saha ve kanat oyuncusuna ihtiyacı var...