Türkiye deprem kuşağında yer alan bir ülke. Son 30-40 yıllık süreçte Türkiye’nin birçok şehrinde yüksek şiddette depremler yaşandığına şahit olduk.1983 yılında Erzurum’da, 1991 yılında Erzincan’da, 1999 yılında Kocaeli ve Düzce’de, 2002 yılında Afyonkarahisar-Sultandağı’nda, 2003 yılında Bingöl’de, 2011 yılında Van’da ve 2020 yılında Elazığ’da son derece yüksek şiddette depremler meydana geldi.Ancak, deprem kuşağında yer alan bir ülke olmamıza rağmen olası depremlere karşı her an hazırlıklı olmanın
Türkiye deprem kuşağında yer alan bir ülke. Son 30-40 yıllık süreçte Türkiye’nin birçok şehrinde yüksek şiddette depremler yaşandığına şahit olduk.
1983 yılında Erzurum’da, 1991 yılında Erzincan’da, 1999 yılında Kocaeli ve Düzce’de, 2002 yılında Afyonkarahisar-Sultandağı’nda, 2003 yılında Bingöl’de, 2011 yılında Van’da ve 2020 yılında Elazığ’da son derece yüksek şiddette depremler meydana geldi.
Ancak, deprem kuşağında yer alan bir ülke olmamıza rağmen olası depremlere karşı her an hazırlıklı olmanın yeterli bilincine de varabilmiş değiliz.
Aslında çok sık yaşadığımız bu depremlerden ders çıkarırsak deprem konusunda da çoğu şeyin de değişeceğini düşünüyorum.
Yaşanılan büyük depremlerden sonra ders çıkaramıyoruz.
Depremin etkisi unutulunca yani biraz zaman geçince hiçbir şey yaşanılmamış gibi hayatımıza devam ediyoruz. Oysa Türkiye depremde riskli bir ülke, dolayısıyla yarın deprem olacakmış gibi hazırlıklı olmalıyız.
Depremde en büyük hasar ve kayıpların, riskli bölgelerde olmaması gereken yüksek ve çürük binalarda
meydana geldiği görülmektedir.
Dolayısıyla deprem açısından riskli olan bölgelerde yapılaşmaların depreme uygun olup olmadığının tavizsiz denetlenmesi, son derece mühim bir mesele. Devlet çıkardığı yönetmeliklerle kuralları belirlerlerken bunların da denetlenmesi gerekiyor.
Ancak, yapılaşma için getirilen kuralları delmek ve zorunlu olan gereklilikleri yerine getirmemek için vatandaş olarak neler yapmıyoruz ki.
Uygulamada her şeyi devlete yüklemek ve bu sorumlulukta sanki bizim payımıza düşen bir şey yokmuş gibi davranmak da çok adil bir durum olmadığını da belirtmekte fayda var.
Depreme dair sürekli söylenen bir gerçek var.
Deprem öldürmez bina öldürür
. Dolayısıyla kaçak bina varsa ya da kurallara uymayan binalar mevcutsa bu konuda taviz vermemek lazım.
Deprem sonrasında koordine olma ve arama kurtarmada Türkiye’nin geldiği aşamayı yani başarılı hali, deprem bilincini geliştirmede, deprem öncesi bilgilendirmede ve yapılaşmada depreme uygunlukta da göstermek artık zorunlu bir hal oldu.
Çünkü eğer deprem bölgesindeysek deprem koşullarına göre yaşamamız ve deprem gerçeğine göre tedbir almamız gerekiyor.
ARAMA- KURTARMA ÇALIŞMALARI VE EMİNE KUŞTEPE
Deprem sırasında enkazda gece gündüz çalışan
arama kurtarma ekiplerinde yer alan tüm fedakar insanımızın çabaları ve depremde mağdur olan vatandaşlara,
yurdun her köşesinden vatandaşların yardıma koşmaları gerçekten takdir edilecek bir davranış.
Özellikle enkaz altında bulunan vatandaşlarla kurduğu iletişim sayesinde enkaz altındaki diğer vatandaşlara ulaşmayı sağlayan, enkaz altındaki vatandaşların kurtarılmasında önemli katkıları olan ve hafızamızda yer kaplayan AdıyamanUlusal Medikal Kurtarma Ekibi (
UMKE) ekibinden gönüllü Emine Kuştepe’nin çabaları unutulmaz.
UMKE ekibinde yer alan gönüllü Emine Kuştepe’nin enkaz altındaki Azize Çelik ile konuşmasını ve bu konuşma sayesinde 6 kişinin enkazdan sağ kurtulmasını kim unutabilir.
Ayrıca UMKE gönüllüsü
Emine Kuştepe’nin gayreti, çabası, özgüveni, dili en önemlisi de gönüllü yaptığı işteki yüksek motivasyonu birçok genç kardeşimize ilham kaynağı olmuştur.
Bu vesileyle depremde hayatlarını kaybeden
tüm kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yaralanan kardeşlerimize de acil sağlık ve sıhhatler diliyorum.
#Deprem
#UMKE
#Elazığ
#Emine Kuştepe