Arada sırada yanına uğrayıp sohbet ettiğim dostlarımdan biri de Bayezid Devlet Kütüphanesi Yazma Eserler Bölümü’nün müdürü Salih Şahin Bey’dir. Geçen gün adı geçen kütüphanenin en meşhur müdürü, büyük allame İsmail Sâib Sencer’le ilgili bir belgeyi almak için odasına girdiğimde ilgi çekici bir manzarayla karşılaştım. Müdür Bey, orada bulunan ve araştırma yaptığı anlaşılan bir zata beni tanıtırken Dursun hocamız, İsmail Sâib Sencer hakkında kitap hazırlıyor dedi. O, beyefendi bana hemen şu soruyu
Arada sırada yanına uğrayıp sohbet ettiğim dostlarımdan biri de Bayezid Devlet Kütüphanesi Yazma Eserler Bölümü’nün müdürü Salih Şahin Bey’dir. Geçen gün adı geçen kütüphanenin en meşhur müdürü, büyük allame İsmail Sâib Sencer’le ilgili bir belgeyi almak için odasına girdiğimde ilgi çekici bir manzarayla karşılaştım. Müdür Bey, orada bulunan ve araştırma yaptığı anlaşılan bir zata beni tanıtırken Dursun hocamız, İsmail Sâib Sencer hakkında kitap hazırlıyor dedi. O, beyefendi bana hemen şu soruyu yöneltti: Dedeniz miydi? Doğrusu bu soru çok hoşuma gitti ve içimden keşke böyle hem âlim, hem ârif bir zatın torunu olsaydım diye geçirdim.
Bu satırları kaleme alırken aklıma gelen benzeri bir gülünç hadiseyi de kaydetmeden geçemeyeceğim. Kültür dünyamızın renkli isimlerinden merhum Ragıp Akyavaş’ın vefalı kızı Beynun Akyavaş, bir gün şair Nedim’in kabrini ziyaret etmek için Karacaahmet Mezarlığı’na gidiyor. Bir süre mezarı arıyor ama yerini bulamıyor. Sonunda görevlinin yanına gidip, Nedim’in mezarını biliyor musunuz, sorusunu yöneltiyor. Görevli de, soruya soruyla cevap veriyor: “Başınız sağ olsun! Yakınınız mıydı, ne zaman ölmüştü?”
Bir mezarlık görevlisinin orada yatan tarihi şahsiyetleri tanımamasını mazur görebiliriz ama araştırmacı kimliğini taşıyan kimse için böyle bir şey düşünmek doğru değildir. Bayezid Devlet Kütüphanesi’nde kırk yıldan fazla bir süre hafız-ı kütüplük görevinde bulunan ve 1940’ta vefat eden İsmail Sâib Hoca’yı ilim dünyası hem çok yakından tanıyor, hem de gerekli saygıyı gösteriyordu. Onun okyanuslar kadar engin ve zengin bilgisinden istifade eden yabancı ilim adamlarının sayısı, yerlilerden aşağı değildi. Atatürk bile, Türkiye’yi ziyaret eden Ürdün Kralı Şerif Abdullah’ın İstanbul kütüphanelerinde aradığı bir kitabın bulunma işini İsmail Sâib Hoca’ya havale etmişti. O zamanlar Milli Eğitim Bakanlığı Neşriyat Müdürü Faik Reşad Unat’ı da bu işi çözmekle görevlendirmişti. Cumhuriyet Halk Partisi’nin anlı şanlı Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel de bu büyük kitabiyat bilgininin hayranlarındandı. Mesela “Mevlânâ’nın Rubaileri” isimli eserini hazırlarken Mesnevi müellifinin el yazılarını tespit etme konusunda çok zorlandığını, ancak İsmail Sâib Efendi’nin yardımıyla bu müşkülünü hallettiğini, yukarıda ismini verdiğim eserinin 1932 tarihli baskısında dile getiriyor.
Heyhat! Bir zamanlar şöhreti dünyaya yayılan bu büyük kütüphaneciyi -istisnalar müstesna- kütüphaneciler bile tanımıyorlar. Sadece kütüphaneciler mi, bozuk bir Türkçe’yle ve yalap şalap bir üslupla kaleme aldıkları “yapıt”larının çokluğuyla övünen yazarlar da aynı ilgisizler ve bilgisizler kervanına katılıyorlar.
Geçenlerde Sunay Akın’ın Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları arasında çıkan “Tuncay Terzihanesi” adlı kitabını karıştırırken böyle nahoş bir manzarayla karşılaştım. Yazar, Bayezid Devlet Kütüphanesi’nin İsmail Sâib Hoca’dan sonraki müdürü rahmetli Muzaffer Gökman’ın Bayezid Devlet Kütüphanesi’ni bir pislik yuvası olmaktan kurtarıp, aydınlanma yuvasına dönüştürmüştür diyor. Demek ki, bu kitap hazinesi, daha önceki yıllarda tam bir pislik yuvasıymış. El insaf!..
Bilmeyenler için kısaca anlatayım. İsmail Sâib Hoca kitaplar kadar kedilere de düşkündü. Kütüphanede yüz elliye yakın kedisi vardı. Hatta onun müdürlüğü zamanında burasının adı “Kedili Kütüphane”ye çıkmıştı. Tabii ki bu kadar kedi, içeride bir takım nahoş manzaraların ortaya çıkmasına da sebep oluyordu. İşte sonraki müdür Muzaffer Gökman’ın kedilere uyguladığı operasyon “Kitaplar Arasında 44 Yıl” isimli hatıratta tatlı bir üslupla anlatılıyor ve hiçbir yerinde kütüphane için “pislik yuvası” denmiyor. Sunay Akın, ya kitabı dikkatli okumamış veya kantarın topuzunu biraz kaçırmış. Haydi, bir de şöyle sorayım: Acaba, Sunay Akın bu kitabı okumadan önce İsmail Sâib Hoca’nın adını duymuş olabilir mi? Geçelim…
Efendim, bendeniz bu satırları, değerli kütüphaneci, aziz dostum Ramazan Minder’in görevden alınmasıyla ilgili haberi okuduktan sonra kaleme aldım. Haber şöyle:
“İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, Almanya gezisindeyken yapılan sürgün gibi atama, CHP’nin ve İmamoğlu’nun ‘liyakat’ açıklamalarını bir kez daha tartışmaya açtı. Minder, İBB Kütüphaneler ve Müzeler Müdürlüğü’nde 1995 yılında başlayan görevi boyunca müdürlüğe kadar yükselmişti. Görev süresi içinde Atatürk Kitaplığı’nı yeniden dizayn eden Minder, kütüphaneleri 7 gün 24 saat çalışma prensibine göre düzenledi. Ayrıca bilgileri dijital ortama aktararak, ücretsiz olarak öğrencilerin hizmetine sundu. Minder, Prof. Kemal Alemdaroğlu’nun 28 Şubat dönemindeki rektörlüğü sırasında çöpe attırdığı Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’ndaki Özel Kütüphanesine ait 4 bin 500 kitabı ellerinde bulunduranlardan tek tek toplayıp Atatürk Kitaplığı’na taşıdı. Ayrıca Medine Müdafii Fahreddin Paşa ile Hamidiye Kahramanı Rauf Orbay’ın şahsi arşivlerini de satın aldı. Ramazan Minder, tarihçiler arasında 1925-1940 yılları arasında
Bayezid Kütüphanesi’nin efsanevi müdürü İsmail Sâib Efendi’nin yolundan giden en son kütüphaneci olarak anılmaktaydı”(Sabah, 11 Kasım 2019”.)
Bu değerli kütüphanecimizin hükümet tarafından derhal değerlendirilmesi ve üst düzey bir göreve getirilmesi gerekiyor. Böylece yanlış hesap Bağdat’tan dönmüş olur.